Röpörtaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hapisteki LGBT-İ bireylerin yaşadıkları sıkıntılar neler? Toplumsal yargılar, hapishane personelleri tarafından sürdürülüyor mu? İhtiyaç listelerinde neler var? OHAL sonrası neler değişti? Bu ve benzeri sorunları KADAV’ın (Kadınlarla Dayanışma Vakfı) da içinde olduğu Hapiste Kadın Ağı’nda çalışma yürüten Beyza Bilal, Derya Özata, avukat Eren Keskin ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Yönetim Kurulu üyelerinden Hilal Başak Demirbaş’la konuştuk. GazeteDuvar -Filiz Gazi

Hapiste Kadın Ağı’nda çalışma yürüten Beyza Bilal, Türkiye’de birçok kurumda olduğu gibi cezaevlerinin de cinsiyet duyarlılığı olmadan, eril bir zihniyetle yönetildiğini söyleyerek sözlerine başlıyor. En basit örnek olarak cezaevinde sağlanan iş imkanlarının dahi erkeklerin çalışabileceği türden olduğunu belirtiyor.

Bilal, mektuplarda en çok vurgulanan şikayetin fiziksel ihtiyaçlar olduğunu söylüyor. Kıyafet ihtiyaçları, anneleriyle birlikte içeride olan çocukların üst baş ihtiyaçları, revire çıkamamak gibi sıkıntılar en baş sıralarda.

Mahpuslara her mektup ulaşmıyor, aynı şekilde gelen mektuplar da verilmiyor. Avukat ve birincil derece akraba görüşlerine OHAL dönemiyle kısıtlamalar getirilmiş.

Rahatsızlanan kişilerin türlü gerekçelerle doktora götürülmediğini söylüyor Bilal ve ekliyor: “Trans olduğu için sürekli darp edilen bir arkadaşımız var. Muayene olacağı zaman erkek gardiyanın dışarı çıkmaması bir şiddettir. Hemen her defasında bu yaşatılıyor.”

Bilal, LGBT-İ tutsakların çoğunun açık havaya çıkamadığını, cezaevlerinde iş imkanı varsa çalışamadıklarını, kurslara katılamadıklarını ve bunun sebebi olarak da güvenlik gerekçe gösterilerek, “diğer mahkumlardan sizi koruyamayız” denildiğini anlatıyor.

Bilal, bir trans kadın için en basitinden cımbız ihtiyacının giderilmemesinin örtük bir şiddet biçimi olduğunu söylüyor: “Cımbız, peruk, topuklu ayakkabı ve cinsiyet geçiş süreçlerinde kullanılan hormon ilaçlarına kadar birçok şeye erişimin olmaması ruhsal ve bedensel bütünlüğü etkileyen, baskı ve şiddet oluşturan işkencelerdir.”

Bilal, cezaevlerinde olan kadınların, LGBT-İ bireylerin toplum tarafından suçlu ilan edilmelerine karşın asıl suçun toplumdaki transfobi, homofobi ve cinsiyetçilikten kaynaklandığını söylüyor. Bunu şöyle açıklıyor: “Diyelim ki trans bir birey, yaralama sebebiyle cezaevindeyse sebebi belki de transfobik bir saldırıya karşı koymaktır. Benzer şekilde, eşi tarafından ekonomik şiddete uğrayan bir kadın, gidip bir yerden bir şey çaldığında ‘suçlu’ olarak cezaevine konulan kişi oluyor.”
Tamamı "şuradan" okunabilir.



Eşcinsel olduğu için askerlikten muaf tutulan Halil İbrahim Dinçdağ, Türkiye Futbol Federasyonu yönergesinin “Sağlık sorunu nedeniyle askerlikten muaf olanlar hakemlik yapamazlar” biçimindeki maddesi yüzünden hakemlik mesleğine devam edemedi. Dinçdağ, rapor almak için TSK’yla giriştiği mücadeleyi, eşcinselliği bir sağlık sorunu olarak gören, özel hayatını hiç duraksamadan ifşa eden Federasyon’u ve adalet arayışını Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Röportaj: Doğu Eroğlu
10 yıl futbol oynamış, 14 yıl hakemlik yapmış, yıllarca yerel radyo ve televizyonlarda programlar hazırlayıp sunmuş birisiyim. Hakemlik yapmamın engellenmesi ve kamuoyu gündemine gelmemi sağlayan olaylar, zorunlu askerlikle birlikte başladı. Çocukluğumdan beri askerliğe ilişkin soru işaretlerim vardı. Niye böyle bir uygulama olduğunu, o kıyafetleri giyip gençlerin vaktinin niçin boşa harcandığını hep sorguluyordum. İnsanlar hayata dair kararlar alma yaşındayken askere alınıyorlar ve bütün hayalleri yıkılıyor. Kısacası, heteroseksüel olsam da askerlik yapmayacaktım.
Zorunlu askerlik sürecini nasıl yaşadınız?
Trabzon’da yaşıyordum, kaçmıyordum ama askere gitmeye dair de bir adım atmış değildim. 2007’de askere gitmem gerektiğine ilişkin bir belge gelince sıkıntı da başladı… Askerliğe elverişli olmadığımı gösteren raporu nasıl alabileceğimi araştırmaya başladım. Askerlik şubesine gidip muayene oldum ve doktora cinsel yönelimimin farklı olduğunu söyledim. Erzincan Askeri Hastanesi’ne sevk edildim ancak oradaki doktorlar, “Biz rapor veremiyoruz. Askere gidip birliğine bağlı hastanede muayene olman gerekiyor” dediler. Yaklaşık bir yıl sonra, 2008’in Ekim ayında askere gitmeye karar verdim.
Rapor almak isteyenlerin sistematik bir yıldırma işlemleri silsilesinden geçirildiğini önceden biliyor muydunuz?
Trabzon’da da eşcinseller var ama onlar da benim gibi, cinsel yönelimlerini gizledikleri için kimseye danışamadım. Dolayısıyla Sivas’taki acemi birliğine giderken neler yaşayabileceğimi bilmiyordum. Revirdeki ilk muayenede doktora durumu anlatıp kışlada kalamayacağımı söyledim, “Başıma bir şey geldiği takdirde sorumlusu siz olursunuz” dedim. Yine de bir gece koğuşta yatmak zorunda kaldım. Ertesi gün hastaneye götürüldüm ve orada kaldığım 10 günlük sürede psikolojim çok bozuldu. Ama görüştüğüm doktor son derece iyi niyetliydi; bana inandığını, kendi vereceği raporun reddedilebileceğini, beni Ankara’ya yani GATA’ya sevk edeceğini söyledi. 1 ay da hava değişimi verdi. GATA’ya gittiğimde, birliğimden kıta anket formu belgesi almam gerektiğini söylediler. Bölük komutanı beni gözlemlemeli, hakkımdaki değerlendirmesini rapor haline getirmeliymiş. Ama bölük komutanı beni tanımıyor ki, birliğimde zaten bir gün kalmışım! Devamı-Tamamı>>


Haber/İlgi Bağlantıları; http://www.siddethikayeleri.com/sporda-homofobiyi-birlikte-yenecegiz/

Yeni Demkrat Kadın'ın LGBT Aileleri İstanbul Grubu’ndan (LİSTAG) Ömer Ceylan'la röpörtajı.
 
Yeni Demokrat Kadın: Çocuğunuz size LGBT birey olduğunu açıkladığında ne oldu? Neler  yaşadınız?
- Çocuklarımız bize “açıldığında” ya da biz onların eşcinsel, biseksuel, trans olduğunu fark ettiğimizde her birimiz farklı tepkiler verdik. Şok olduk, inkar ettik, kendimizi suçladık, eşimizi suçladık... Sanki yıllardır tanıyıp bildiğimiz çocuğumuzu kaybetmişiz gibi bir duyguya kapıldık. Çoğumuz nedenini aradı, “sorunun’“ kaynağına ulaşmaya çalıştı ki kaynağı ortadan kaldırsın!
Doktor doktor dolaştık çocuklarımızı “iyi” etmek için. Doğru uzmana ulaşana ve çocuklarımızın “iyileştirilmesi” gereken bir durumu olmadığını öğrenene kadar çok kapı gezdik, çok paralar harcadık... Ne zaman ki bir araya geldik, birbirimizi dinleyip birbirimizin deneyimlerinden yararlanmaya başladık ve hemen sonrasında CETAD’in (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) gönüllü uzmanlarıyla çalışmaya başladık, işte o zaman sadece kendimize değil başka annelere, babalara ve ailelere de yardımcı olabileceğimizi fark ettik...yenidemokratkadin.net>>Tamamı

Listag 





Aşağılasalar da hakkımı arayacağım
  10 Ağustos 2012 -  
Özetle “Benim cinsel kimliğim farklı ve bundan utanmıyorum. Kendime saygı duyuyorum” mesajını vermek için düzenlenen Onur Yürüyüşleri, Türkiye’de ilk olarak 1993’te, linç edilmeyi göze alan 30 LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel) tarafından düzenlendi. 1 Temmuz 2012’de düzenlenen 20’inci yürüyüşte ise LGBT’lerin yaşam, eğitim, eşitlik, siyasal katılım gibi haklarını ve AKP’ye yönelen öfkelerini sokağa taşıyan 10 binin üzerinde eylemci İstiklal Caddesi’nin doldurdu. Eyleme diğer muhalefet bileşenleri ile birlikte LGBT Aileleri İstanbul Grubu (LİSTAG) da katıldı. İstanbul LGBT’den Şevval Kılıç, SPOD’dan Cihan Hüroğlu ve LİSTAG’dan Zeki Çakıroğlu ile LGBT’lerin sorunlarını ve mücadelelerini konuştuk.

"Türkiye’de tahmini olarak 10-15 bin civarında trans birey yaşıyor. Bunların %99,9’u zorunlu seks işçisi. Her yıl yüzlerce nefret cinayeti işleniyor...""

"Bu dönem 80’ler, 90’lardan da beter. Bu ülke agresif bir ülke. Kadınları, transları, eşcinselleri, dişimizin geçtiği herkesi paralamaya bayılıyoruz..."...Devamı.Sendika.Org'ta>>


Haber Bağlantıları;

Birçoğumuzun hakkında aslında pek fazla şey bilmediği, toplumun konuşmaya fazlasıyla çekindiği bir konu eşcinsellik. 1994 yılına kadar tıp dünyasında hastalık olarak görülen eşcinselliğin artık tıpta da, psikoloji biliminde de cinsel sapkınlık olmadığı kabul görüyor; ancak toplumun kabul görmesi o kadar da kolay olmuyor. Bireyler, kendi cinsel kimliklerini toplumda ifade etmekte zorlanırken, bir de en yakınına -ailesine- kendini ifade etmekte ciddi sıkıntılar yaşıyor. Peki aileler açısından bu süreç nasıl yaşanıyor?
Ailelerin bu süreçte ilk başvurduğu meslek grupları psikologlar. Psikolog Deniz Tuncer ile cinsel kimliğin oluşumunu ve ailelerin tepkilerini konuştuk. Ailelerin yaşadıklarını birinci ağızdan öğrenmek, eşcinsel birey açısından değil ailelerin penceresinden bakabilmek için de LİSTAG’ın (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) kurucusu anne babalardan öykülerini dinledik.
“Çocuğumuzu düşünceleriyle, duygularıyla ve yaşam tarzıyla, olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor”
Çocuğun eşcinsel olduğunu ailesi ile paylaşmasından sonra yaşanan süreci hem aile hem de birey açısından değerlendiren Psikolog Deniz Tuncer, psikologların bireyin eşcinsel kimliğini değiştirmek gibi bir misyonu olmadığını, bireyin ve ailenin kabullenme sürecinde yaşadığı sorunları çözmelerinde destek olduklarını söylüyor.
WR: Cinsel kimlik ne zaman oluşmaya başlıyor? Nasıl bir süreç söz konusu?
4 ile 6 yaş arasında çocuk bu dönemde kendisinde farklılığı hissediyor ama anlamlandıramıyor; çünkü cinsel rolleri bilmiyor. Bu, cinsel kimliğin belirginleştiği dönem. Eşcinsel kimlik oluşumunu basamak basamak takip etmek gerekiyor. 6 ile 10-12 yaş arasında ise artık kendindeki farklılığını algılıyor; ancak yine anlamlandıramıyor, “bende bir farklılık var” diye düşünmeye başlıyor. Kendisiyle ilgili artık kız ya da erkek, genç kız veya delikanlı diye cinsel tanımlamalardan son derece rahatsız oluyor. Tam ayrımlandıramıyor ama duygulanımı farklı. Dolayısıyla bir rahatsızlık, huzursuzluk hissediyor. Ergenlik dönemine geldiğinde işte o cinsel roller belirlenip soyut zekâ da işin içine girince, artık eşcinsel olduğunu ya da farklı olduğunu hissetmeye ve kendine sorular sormaya başlıyor.

womanroute -eyvah çocuğum eşcinsel >>

İki yıl önce eşcinsel olduğu ortaya çıkan ve bu nedenle maç yönetmesine izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ, ayakta kalma mücadelesi veriyor. Sahalara çıkamayan, radyodaki işine son verilen Dinçdağ, yedi ülkenin dışişleri bakanına, ülkelerinde yaşamak ve maç yönetebilmek için mektup gönderdiğini söylüyor
“Basına konuşmaya karar verdiğim o gün, 32 yılımı mezara gömdüm. Hayatım, düzenim tamamen yok oldu. Dişimle, tırnağımla geldiğim yeri tek kalemde silmek zorunda kaldım. Hayata sıfırdan yeniden başlayacaktım, ama iki yıldır hâlâ sıfır noktasındayım.” Bu sözler, 2009 yılında eşcinsel olduğu ortaya çıkan ve maç yönetmesine izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’a ait.
Halil, iki yıl önce, Trabzon’da futbol hakemliği yapıyordu. Eşcinsel olduğunu çevresindeki hiç kimse bilmiyordu. Hayattaki en ciddi sorunlarından biri olan askerlik yapma zamanı, gelip kapıya dayandı. 2009 yılı şubat ayında askerlikten muaf olduğuna dair belge aldı. Bu belgeyi, askerlikle ilgili bir sorunu olmadığını göstermek için Trabzon İl Hakem Kurulu’na verdi. İki ay daha devam etti hakemliğe. Ardından İl Hakem Kurulu, kendisine askerliğe elverişli olmayanların hakemlik yapamayacağını ileterek, maçlarda görev almasına izin vermedi. Profesyonel maçları yönetmesi için girmesi gereken klasman hakemliği (profesyonel hakemlik) sınavına da alınmadı. Bu süreçte, klasman hakemliği için üst yaş sınırı olan 33 yaşını da doldurdu. Tek umudu Futbol Federasyonu’ydu. Ancak Federasyon’dan “Hakemlik yapamaz” yanıtı aldı. Tam da bu günlerde, Halil’in durumu basına sızdı. İddiasına göre, eşcinselliğini basına sızdıran federasyondu. Önce ‘eşcinsel hakem’ diye ismine yer verilmeden haberler yayımlandı. Ardından Fatih Altaylı, köşe yazısında ad ve soyadının ilk harflerinin H.İ.D. olduğunu yazdı. Trabzon’da hakemlik yapan kaç H.İ.D. olabilirdi ki? Böylece kimliği deşifre oldu.
“Tek başına bir ağaç gibiyim”
Sonunda savaşmaya karar verdi Halil ve H.İ.D. olarak değil, Halil İbrahim Dinçdağ olarak röportajlar verdi. Yani, cesur bir çıkış yaparak ezber bozdu.
“Hayatında ne değişti?” diye sormak için buluştuğumuzda, iki Halil vardı karşımızda.
Biri bıkmış, pes etmiş bir adam. “Benim için artık her şey bitti. Etrafımda birçok insan vardı, şimdi yok. Eski arkadaşlarımın yarısı kayıp. İş bulamıyorum ve hayatımı idame ettiremiyorum. Bana hâlâ ailem bakıyor. Kendimi çırılçıplak hissediyorum. Tek başına bir ağaç gibiyim. Bir ormanda olmam gerekirken, yapayalnızım. Özel hayatım kalmadı. Benimle arkadaşlık yapmaya çekiniyorlar. ‘Senin yanında görünürsem, yanlış anlaşılır’ diye düşünüyorlar” diyor. >>

Sahnede bir travesti. Kadınlığın dahası insanlığın en ağır çilelerine katlanmış.Kars’ın bir köyünde başlayan hayatı onu sürükleye sürükleye fırın ustası,boyacı çırağı,Aksaray’da konsomatris, Tarlabaşı’nda seks işçisi, İstiklal Caddesi’nde midyeci, solcu, anarşist, feministlik yapmış.Adından bedenine kadar her şey değişmiş.O kimliğini bulma,sonrasında da sahip çıkma çabasını sürdürdükçe toplum da ona yapmadığını bırakmamış.Tüm bunlardan oluşan alışılagelenin aksine bir kaybeden hikayesi değil,tam tersine bir varoluşun,onurlu bir mücadelenin öyküsü.Esmeray’la kendi hayat hikayesinden oluşan oyunu Cadı’nın Bohçası ve bu oyunun içinde hem toplumun hem bireysel olarak bizlerin rolü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Son yıllarda çok popüler olan ve bu alanda da başarılı örneklerini izlediğimiz in-yer-face akımı var.Cadı’nın Bohçası bu tür bir oyun diyebilir miyiz?Yoksa in-yer-face’in ötesinde acıtıcı gerçeğin ta kendisi mi?

   Aslında gerçeğin kendisi.Benim oyunumu Nedim Saban izlemişti,oyunumun in-yer-face olduğunu ve biraz da teveccüh göstererek gelecekte bu tarz oyunların iyi bir oyuncusu olacağımı söylemişti.Cadı’nın Bohçası biraz öyle.Çıkıyorum ve adeta gerçekleri insanların yüzlerine tükürüyorum.Benim tarzım bu,gerçeklik.Bu benim hayatım,yaşadıklarım.

Cadı’nın Bohçası dışında Dario Fo’nun Yalnız Kadın ve :Tecavüz isimli oyunlarını sahnelediniz yine kendi hayatınızdan örnekler de katarak.Oyun seçerken profesyonelce mi davranıyorsunuz yoksa kendi hayatınızla örtüşen,içselleştirebileceğiniz oyunları mı tercih ediyorsunuz?

   Tecavüz ve Yalnız Kadın’da benim hayatım vardı.Özellikle tecavüz oyununda kendi yaşadığım iki tecavüz olayını sahneye taşımıştım.Biraz bilerek o oyunları seçmiştim.Geçen sezon oynadım o oyunları ve kaldırdım.Çünkü o oyunlar üzerine daha çok çalışmak lazım.Benim tarzım biraz farklı,anlatı.Bundan sonra böyle devam etmek istiyorum.Cadı’nın Bohçası’nın devamı olucak,Cadı’nın Kopçası.Bu yıl içerisinde oyunculuk üzerine ciddi bir çalışma yapmak,eğitim almak istiyorum.Bu çalışmayı yapmadan bir daha metin oyunla sahneye çıkmak istemiyorum.Oyunculuk eksiğimi fark ettim.Mesela Sınır diye bir oyun var.Onu denedim,değiştirdik,orada transeksüel kadın askeri oynadım.Şimdi bir proje var.Bir transeksüelin hayatı,opera-müzikal şeklinde sahneleyeceğiz.Onu önümüzdeki sezon sahnelemeyi düşünüyoruz.Dario Fo oyunlarına biraz ara verdim ama Medea’yı mutlaka oynamak istiyorum.

Cadı’nın Bohçası’nın seyirci profili nasıl?Anadolu’da çeşitli şehirlerde ve yurtdışında bu oyunu sahnelediniz.Oyunu izlemeye kimler geliyor,nasıl tepkiler alıyorsunuz?

   İlk başlarda daha çok üniversite öğrencileri vardı,sonra oyun başka şehirlere gidip farklı mekanlarda sahnelenince seyirci profili değişti.Şu an genel tiyatro izleyicisi profili var.Mesela İzmir’de Sığacık diye bir beldede oynamıştım.1000 kişilik bir beldede.Oradaki köylüler geldiler oyunu izlediler.Belki de tiyatroyla hiç alakaları yok,hayatlarında belki de hiç tiyatroya gitmemişler.Çok doğaldı,inanılmaz güzeldi.Mesela körler projesinde oynuyorum,orada da başka bir izleyici profili var.Mesela geçenlerde Eczacıbaşı Holding yönetim kurulundan 7 kişi gelmiş,Yapı Kredi Genel Müdürlüğü personeli gelmiş.Oranın izleyicisi profili öyle.Topuklu ayakkabılı kadınlar,sosyete beyler falan.Bana diyorlar ki “Ay ellere bak,benim ellerimden güzel,ayol benden daha kadınsın,vs.”Çok basit şeyler.Orada karanlıkta oynuyoruz.Görmüyor,sadece sesimi duyuyor.”Ay ben sesinizden daha farklı düşünmüştüm,bildiğimiz kadınsınız.”Ben bu oyunu üniversitelerde çok oynadım,yoğunlukla üniversite öğrencileri izleyicim diyebilirim.

İçinde bulunduğunuz koşullarda bir mucize yaratıyorsunuz,birçok kişi için umut kaynağı oluyorsunuz ama Vakit gazetesi “travesti,kürt,solcu Esmeray cadılığı ve transeksüelliği övdüğü oyunuyla” gibi kışkırtıcı ifadelerle sizi hedef gösteriyor.Ne hissettiniz bu haber karşısında?Anlaşılamamak neler hissettirdi?

   Tabi ki kafama takıldı ama bir yandan da umurumda olmadı.Anlaşılamama gibi de algılamadım çünkü onlar beni izlemediler,bilmiyorlar,tanımıyorlar.Buna karşılık Hidayet hanım-başörtülü,din üzerinden yazılar yazan biri- çok güzel bir yazı yazdı.”Durun dinleyin,bir şey söylüyor Esmeray.” diye.Sonra Milliyet gazetesinde bir yazı çıkmıştı “Bu insan oynuyor,insanlar gidiyor,para veriyor,beğeniyor,demek ki ortada kayda değer bir şey var.”diye.Sonra Vakit gazetesi devam etmedi.Normalde devam ederler,Yala ama Yutma’da uzun süre aleyhe yayın yapmışlardı.Abdurrahman Dilipak’ı aradım,şoka girdi nasıl böyle bir şey olur diye,haberim yok.Nasıl haberi olmaz,gazetede editörsün.Aslında dertleri Kumbaracı50 ile.Yala ama yutma oyununda sopalarla gelmişlerdi.Ama ben de öyle bir şey olmadı,durdurdular o yayınlarını.3 gün polis geldi oyuna beni korumak için ama ben hiç korkmadım,ne olacaksa olsun dedim.Ama kişisel hakaret anlamında dava açtım.Bu saldırmaya gelen derneklerden birinin başkanı geldi,tiyatrodakiler tedirgin oldu,adamın yanına güvenliği oturttular.Adam oyunu izledi,sonra da gelip beni tebrik etti,bana hak verdi. >>Tamamı TiyatrOnline

Gögüs hastalıkları uzmanı Prof.Dr.Ahmet Rasim Küçükusta'nın "Ben bir bilim travestisiyim." yazısını hatırlayacaksınız. Pek sayın profösör aradan geçen 20 günden sonra, homofobisini ve eşcinseller hakkındaki cehaletini halen yenememiş.Arı da hayvan ayı da nasıl kıyaslarsınız?  başlığıyla Füsun Saka'yla söyleşmişler.


Mağdure Füsun Saka neden böyle bir yazı yazdınız diyor? Profösörün cevabı net; reklam için! Ve uzatmalar başlıyor. Mağdure FüsunSaka ısrarla siz erkekler daha zeki diyorsunuz dedikçe sayın profösör hayır ben erkekler daha zeki diyorum diyor. Söyleşide peki tabi homofobi eksik olmyor ;


***“Bilim kadını” denilmesi neden rahatsız edici olsun ki? Ben bu tanımdan bilimle uğraşan kadını anlıyorum.
-Bugüne kadar hep “bilim erkeği” denseydi haklısınız ama şimdiye kadar “Bilim adamı” denilmiş. Bu neden değiştirilsin ki. Âdem “Adam” demek. Biliyorsunuz Havva’da Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldı. Böyle bir efsane var. Yani adam herkesi kapsayan bir kelime. Adam kelimesinin karşılığı insan. Birine “Adam ol” dediğinizde onun karakterini kastedersiniz. “Şu işin adamını bulun” denildiğinde de o işi iyi yapan kişiyi bulmaktan bahsedilir. Bu durumda “bilim kadını” demek garip geliyor bana, çünkü toplumda bazı kişiler var ki, kendilerini ne kadın ne erkek olarak kabul etmiyor.

***Kim onlar eşcinseller mi?
-Evet yani bu kişiler de cinsel tercihleri farklı diye kendilerine başka isimler verebilir. Kendi özelliklerini toplumda tanıtmak istedikleri için her türlü reklama başvurmak isteyebilir “Ben bilim lezbiyeniyim” diyebilir mesela. Bunu söylemek istedim. “Devlet adamı” deniliyor, hiç “devlet kadını” denildiğini duydunuz mu?



Bu arada A.R.Küçükusta'nin  Habertürk kadrosuna katıldığını da not düşmeli.


Murat Renay 'Söylenmeyen' adlı bir kitap yazdı, eşcinsellerin 'söyleyemediklerini' kendi hikâyesi üzerinden anlattı. "Alelade bir gay'in anılarını kim ne yapsın?" diyenlere söyleyecekleri, homofobiyle mücadele etmek için enerjisi var. Renay kitabını anlattı...

Alelade bir gay'in önemli hayatıHomofobiyi en çok hissettiğiniz yer neresi?
Maalesef ailemin yanı. En azından başlangıçta öyleydi. Sizi her koşulda sevmesini beklediğiniz aileniz eşcinsel olduğunuzu öğrenince size karşı değişiyor. Daha kötüsü olamaz. Aileden sonra iş hayatında kendimi huzursuz hissediyorum. Çünkü eşcinsel olduğunuzu anladıkları anda hatalarınızın nedeni olarak bunu görebiliyorlar. Sonra sokakta, restoranda… Aslında her yerde hissediyorum. Sevgilimin elini tutarak gezemiyorum, rakı masasında duygulanınca dudağına bir öpücük konduramıyorum. Dolayısıyla her yerde hissediyorum.

Ben askerliğin eşcinseller için, kitapta anlattığınızdan daha zor geçeceğini düşünmüştüm.
Ben rahattım ama eminim çok daha zor geçirenler olmuştur. Askerlik zaten zor. Bunu hissetmeniz için eşcinsel olmanıza gerek yok.

Kitabı Ahmet Yıldız’a ithaf ediyorsunuz, dolayısıyla insan daha politik, daha öfkeli bir kitap bekliyor. Ama sizin yazdıklarınız hiç de öfkeli değil.
Evet, eşcinsellerin kendi haklarıyla ilgili konuşurken genelde daha öfkeli olmaları bekleniyor. Bense bu ses tonuyla anlatırsam homofobiyle daha kolay mücadele edebileceğimi düşünüyorum. Öteki türlü insanlar ilgilenmek istemiyor, kaçıyor. Ben ‘alelade bir gay’in hayatının da ilginç olabileceğini, önemli olabileceğini’ göstermek istedim.  Devamı Kaynak>>

 Mehtap, ‘Almodovar’ filminden çıkıp gelmiş bir kadın gibiydi
Doğduğum topraklardan mı, genetik mi, yetiştirilme tarzım mı, bir tahtamın eksik olmasından mı bilemiyorum... Ama kendimi bildim bileli, dışlanana, dışarıda kalana, farklı olana ilgi duydum, onları merak ettim. Ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, neler hissediyorlar. O yüzden üç gün üç gece geçirdim travestilerle. Yeni isimleriyle, trans kadınlarla. Başka şeylere yormanıza gerek yok, yapmaya çalıştığım şey, anlamaya çalışmak ve sizlere aktarmaktı...

Gecenin bir yarısı.
Bomonti’de ıssız bir sokak.
İnce uzun bir apartman.
İçeri dalıyorum, o daracık merdivenleri tırmanırken nefes nefese kalıyorum.
Çık çık bitmiyor.
Kirası ucuz diye, travestiler asansörsüz binalarda oturuyor.
Zili çalıyorum./_np/5614/13305614.jpg
Daha zili çalarken kaçıp gitmek istiyorum, heyecandan ölüyorum... Yalan!
Ben alenen korkuyorum, kalbim küt küt atıyor.
Çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyorum.
Ama işte korkunun ecele faydası yok.
Kapı açılıyor.
Ve karşımda Mehtap.
AYŞE MİSİN? GEL İÇERİ
Oh my god!
Bu da ne!
Ben nerdeyim?
Bu kim?
Bu nasıl uzun bacaklar!
Mini etekle ne kadar şahane görünüyor.
Beni şöyle bir baştan aşağı süzüyor, “Ayşe misin?” başımla evet işareti yapıyorum, “Gel içeri” diyor.
Ve ben Mehtap’ın açtığı kapıdan travestilerin dünyasına dalıyorum.
BEDENİNDE İKİ CİNSİYETİ BARINDIRMAK
Benden genç.
Benden daha güzel, daha seksi ve daha komik.
O, yüzde yüz bir Almodovar kadını.
Palavra sıkmanın manası yok, bu diziyi yapmaya karar verdiğimde, toplum tarafında dışlanmış bir kesimin çektiği acıları yansıtmak, yaşadıkları zorluklara ayna tutmak gibi ulvi bir amacım yoktu.
Her şeyin tek bir sebebi var: Merak.
Yeni şeyler öğrenirken heyecanlanmak.
Allah’tan gazetecilik bana farklı dünyaları tanıma fırsatı veriyor.
Oldum olası, bedeninde hem bir erkeği, hem kadını barındıran bu kadınları merak ettim.
Tedirginliğim hâlâ devam ediyor.
Mehtap’ın evi, İzzet Çapa’nın kulüplerine benziyor, alengirli ve şık duvar kağıtları, enteresan bir lamba, siyah bir geniş bir koltuk.
Mehtap, İstanbullu ve eğitimli.
Ona bir travesti dosyası yapmak istediğimi anlatıyorum, o ve arkadaşlarıyla mümkünse üç gün üç gece geçirmek istediğimi söylüyorum.
Ajda Pekkan da böyle olmuştu, Mehtap’tan gözlerimi alamıyorum, görüntüsünde bir erkeklik izi arıyorum, küçücük de olsa, bulamıyorum; yok.
Baştan aşağı kadın.
Güzel, cazibeli, seksi, havalı, incecik bir kadın.
Suratına bakınca, “Bu aslında erkek!” diyebileceğiniz biri değil yani.
“Ama ameliyatlı değilsin di mi?” diye soruyorum.
“Hayır şekerim, yerinde” diyor, “Gerektiğinde kullanıyorum!”
Sesi  erkek gibi değil, ama kadın gibi de değil.
Fakat müthiş esprili ve zeki.
Cart diye lafı yapıştırıyor.
FIRÇAYI AL TUVALETİ TEMİZLE
O sırada eve Gülay geliyor, o da travesti. Tiyatrocu. Sonra alt komşusu Pınar. Çay içiyoruz birlikte. Oysa insan zannediyor ki bu arkadaşlar hiç durmadan içerler, alakası yok...
Evleri de mis gibi.
Şık, tertipli, düzenli.
Kadın eli değmiş yani.
Bana uzuuun uzuuun dünyalarını anlatıyorlar.
Mehtap seks işçisi ama müşterilerini seçme lüksüne sahip. Havalı bir internet sitesi var. A ve P yazıyor. Ben de salak olduğum için anlamıyorum, hem aktif hem pasif anlamına geliyormuş.
Birazdan sohbet başlıyor, Mehtap müşterilerini anlatıyor.
Çiftler de geliyormuş, erkekler de, lezbiyenler de, mazoşistler de...
“Nasıl yani?” oluyorum.
İçeriden bir kemer getiriyor, “Bununla vurmamı isteyenler oluyor” diyor, “Bir böyle bir grup var. Sonra eve girdiği anda mazoşist olduğunu anladığım ve direkt, “Yer kovasını ve fırçayı al, tuvaleti temizlemeye başla” dediğim grup. Onların seks filan istediği yok. Bir kadın emir versin, onu bunu yap desin, azarlarsın, bayılıyorlar, sonra ayaklarımı ovduruyorum. Grup seks için gelenler de var, lezbiyenler de var. Anlayacağın, her tür müşterim var...”
Kendi korkularımı rahatlamaya yönelik bir soru soruyorum.
KEDİLER GİBİ KARŞILIKLI KORKUYORUZ
“Peki tehlikeli değil mi?”
“Tabii ki tehlikeli” diyor “Ama hayatımı kazanabilmek için yapabileceğim başka bir şey yok. Tuhaf bir içgüdü geliştiriyorsun, bir iç sesin oluyor, o seni tehlikeden koruyabildiği kadar koruyor. Zil çalınca aşağıya bakıyorum ve gelenin, yukarıdan röntgenini çekmeye çalışıyorum. Ama şöyle de bir şey var, gelenler benden daha heyecanlı oluyor, kediler gibi önce karşılıklı korkuyoruz, sonra o korkuyu aşıyoruz. Yeni insanlar tanımak zevkli oluyor, ama bazen de öyle zamanlar geliyor ki, bu işin çekilecek yanı kalmıyor. Yurtdışından da müşterilerim var.”
Bir an afallıyorum, “İyisin, hoşsun ama çok güzel Rus kızları var, sen de netice de kadın değilsin, bir erkek seni neden tercih eder?” diyorum.
“Ooooo sen çok safsın!” diyor. “Adamın fantezisi bu. İkisi bir arada. Bir bedende her şeyi istiyor!”
Bana o gece, orada, bir sürü şey anlatıyorlar.
Bütün hayat hikayelerini.
Birlikte üzülüyoruz, gülüyoruz, bir sürü şeyden konuşuyoruz.
Ve sonra ben ayrılıyorum...
MANİKÜR PEDİKÜR YAPTIRIYORUZ
Şimdi sıra bende.
Ben onları davet ediyorum.
“Ama ben evli barklı bir kadınım, sizi öğleden sonra çayına bekliyorum, gece olmaz” diyorum.
Ve onlara bir sürprizim var, Mehtap’la Gülay’a.
Mahalle berberine telefon açıyorum, “Evde üç kadın olacağız, manikür ve pedikür yaptırmak istiyoruz, mümkün mü? Ha bir de fön çektireceğiz” diyorum.
“Tamamdır, arkadaşları birkaç saate göndeririz” diyorlar.
Mehtap ve Gülay geldiğinde, evde bin yıldır evimizin her şeyi olan Leman da var. Leman hayatında ilk defa travesti görüyor ve ne yalan söyleyim, önce hiç hoşlanmıyor, pek temkinli, onlar ne yese içse bakıyorum bulaşık makinesine sokuveriyor, yetmiyor çamaşır suyuyla yıkıyor.
“Ne ayıp yaptığın!” diyorum.
Yavaş yavaş o da alışıyor.
Evin içinde üç kadın inanılmaz güzel vakit geçiriyoruz.
Emre de fotoğraf çekiyor.
Mehtap o kadar hoş, o kadar çekici ki, yazık Emre de beni korumaya çalışıyor, “Sen de üzerine hoş bir şeyler giysene, şöyle öne gelsene” diyor.
Mehtap’la elbiselerimi paylaşıyorum, benim kıyafetlerim ona daha çok yakışıyor, giyinirken poposu görünüyor, üzerinde ince bir g-string var, “Ne kadar güzel popon var, bacaklarında da hiç selülit yok!” diyorum.
“Dalga mı geçiyorsun, tabii ki olmaz, ben erkeğim!” diyor.
Fakat memelerini uzun saçlarıyla utangaç bir şekilde kapatıyor.
Ayna karşısında hep birlikte makyaj yapıyoruz.
Leman’ın böreklerini yiyoruz, kanepeye yayılıp sohbet ediyoruz.
Yavaş yavaş yaşadıkları zorlukları öğreniyorum.
En komiği de, manikür pedikür aşamasında yaşanıyor.
Gelenler şok yaşıyor.
Biz gülüyoruz.
Ben Mehtap’ın ayaklarına takıyorum, “Büyükmüş, güzel değilmiş!” diyorum, bozuluyor, “Sen kendi ellerine bak” diyor, “Manav eli gibi!”
Yine gülüyoruz.
Evde şık şık giyindikten sonra kendimizi Nişantaşı sokaklarına vuruyoruz.
O macerayı da yarın anlatırım artık...
Bu toplumda sokak köpekleri kadar değerimiz yok 
Devamı >>


Başörtülüler Eşcinsellik Hakkında Ne Düşünüyorlar?


Perşembe, 25 Kasım, 2010
Üniversitelerde başörtülülerin eğitim hakkına yönelik engellemeler uzun zamandır Türkiye’nin gündeminde. LGBT çevreleri ise üniversitelerde LGBT örgütlenmelerinin artması için çalışıyor. Acaba başörtülüler ve eşcinseller birbirleri hakkında ne düşünüyor? Kendileri için talep ettikleri hak ve özgürlükleri birbirleri için de isteyebiliyorlar mı?
Kaos GL muhabiri Ömer Akpınar, konuya farklı açılardan yaklaşan 5 başörtülü ve 5 eşcinsel öğrenci ile görüştü.

“Başörtülüler ve Eşcinseller Birbirleri Hakkında Ne Düşünüyor?” başlıklı söyleşi dizimizin bu bölümünde başörtülü öğrenciler, “Eşcinsellik hakkında ne düşünüyorsunuz?” ile başlayan altı soruya cevap verdiler.
Başörtülüler Eşcinsellik Hakkında Ne Düşünüyorlar?
Eşcinsellik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üniversitede eşcinsellerin örgütlenme hakkını destekliyor musunuz?
Sizce eşcinseller başörtülüler hakkında ne düşünüyor?
Eşcinsel arkadaşlarınız var mı? Arkadaşlığınız başörtüsü ve eşcinsellik ekseninde nasıl şekilleniyor?
Yakın bir arkadaşınız eşcinsel olduğunu söylerse tepkiniz ne olur?
Sizce İslamiyet ve eşcinsellik bir arada uyum içinde gidebilir mi? Kimsenin kendini gizlemeden beraberce yaşayabilmesi mümkün mü?
N.B: “Samimiyetlerinden dolayı ikna edici gelmeye başladı”
Yaradılışlarının bir parçası olduğuna inanmaya başladım. Çevremde olmadığı için “geyler hastalıklıdır, etrafından ilgi görmek için öyle davranıyorlardır” diye düşünüyordum. Hâlâ da böyle düşüncelerim var; ama eşcinseller de öyle yaratıldıklarını savunuyorlar ve samimiyetlerinden dolayı ikna edici gelmeye başladı. Eşcinsellerin dinle olan çıkmazından ben de rahatsızım. Şimdiye kadar eşcinselleri dinle hiç alakası olmayan insanlar olarak biliyordum. İslam’ın eşcinselliğe bakış açısını çalışmayı düşünebilirim şu çıkmazı bir çıkara kavuşturmak için. Eşcinsellerin duygusal yönünü ilk kez geçen yıl Bilkent’teki “homofobi” konulu açık oturumda bir arkadaşın dediği “bu kalpten gelen bir şey” sözünü duyduktan sonra düşündüm. Öyle yürekten söyledi ki onun samimiyetine inandım.
Örgütlensinler, kendilerini anlatsınlar. Tabu olmasaydı bu kadar sorun ortaya çıkmazdı. Gizli yaşadıkça önyargılar ortaya çıkıyor.
Onlar bizim hakkımızda çok iyi düşünüyor, keşke bizler de onlar hakkında o kadar iyi düşünebilsek. Keşke daha embracing (kucaklayıcı) ve hoşgörülü olabilseydik. Onlar başörtüsünü siyasi bir simge de olsa, dini bir simge de olsa, dinden başka amaçlar güdülerek takılıyor da olsa bireysel özgürlüğün bir parçası olduğu için destekliyorlar. Devamı...

Başörtülüler Eşcinsellik Hakkında Ne Düşünüyorlar? | Kaos GL


Van'da yaşayan eşcinseller için adlarının çıkması canlarının çıkmasından kötü. İki genç A. ve D. yaşadıklarını anlatıyor
‘Ne yapacağım ki abi İstanbul’a gidip? Yol kenarında müşteri bekleyen travestilerin kaçı Kürt çocuğudur merak ettin mi hiç? En az yüzde 90’ı Doğulu, Güneydoğulu’dur. Batmanlı, Diyarbakırlı, Vanlıdır. Ben gitsem ne olacak… Eğitimim mi var? Param mı var? Hem ben sadece eşcinsel değilim ki! Bir de Kürdüm üstelik.”
Bunları söyleyen A., 25 yaşında Vanlı bir Kürt. İşsiz. Altı çocuklu bir ailenin ortancası. Dışarıdan bakınca karşımda Van ölçülerinde modern bir saç kesimine sahip gençten bir adam oturuyor. Bu haliyle ona sokakta ‘eşcinsel’ demek bıçaklanma sebebi bile olabilir. Çünkü eşcinsel olduğuna dair bir emare yok. Adının Deniz olduğunu söyleyen Vanlı diğer eşcinsel ise kafalardaki klişeye hizmet eder tavırlar ve giysiler içinde.
Van Kadın Derneği’nin (VAKAD) odalarından birindeyim. Dernek, yalnızca kadınlara değil eşcinsellere de hukuki ve toplumsal konularda yardım etmeye çalışıyor. Röportaj sırasında A.’nın sorduğu iki kilit soruya cevap vermem çok zor? A., “Hrant Dink öldürüldüğünde ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürümüşsünüzdür. Ben öldürülsem ‘Hepimiz eşcinseliz’ diyebilir misiniz?” diye soruyor ilk olarak. İkinci soru daha vahim… “Oğlunuz olduğunu söylediniz. Ya size gelip bir gün eşcinselim derse… Ne cevap verirsiniz?” Sahi ne cevap veririm; veririz, verirsiniz… Bunlar A.’yı ve Deniz’i ilk elden ötekileştiren iki soru. Ancak tabii ki bu sorular aynı zamanda 785 bin kilometrekarelik memleketin her metrekaresiyle ilgili bir sorun. Vanlı eşcinsellerin ise kendini ifade etmekten daha hayati sorunları var. Hayati sorun derken gerçekten ortada hayati bir durum söz konusu. Çünkü Van’da açıklanmış bir eşcinsellik karşısında kurulabilecek makul bir cümle yok.
Zaten Deniz, sırf bu yüzden 2007’de tası tarağı toplayıp İstanbul’a gitmiş. Şimdi annesini görmek için bayramdan bayrama Van’a geliyor. Aslında içinde bir kadın bulunduğunu düşünüyor ve ameliyat olmak, kadın gibi yaşamak istediğini söylüyor. Van’da yaşamasının imkansız olduğunu bildiği için bulduğu ilk fırsatta kapağı İstanbul’a attığını anlatıyor; ama durumundan pek de mutsuz görünmüyor.

‘Arada kız muhabbeti yaparım’
Ama A.’nın durumu biraz daha farklı. Onun feminen tavırları yok ama Van’da yaşamaktan rahatsız. Aslında yalnızca Van’da değil Türkiye’de yaşamak ona mutsuzluk veriyor. “Sıkıldım artık kendimi saklamaktan” diyor ve bir çırpıda şunları söylüyor; “Yalnızca toprağım değil ki, devletim de insanım da kabul etmiyor. İmkan sunsun bana devlet, beni göndersin; istirham ediyorum.” İlkokul sıralarında keşfettiği eşcinselliğini 19 yaşına kadar sakladığını ve ‘erkek’ olmak zorunda kaldığı zaman dilimini şöyle anlatıyor: “Mastürbasyon yaparken bile bir kadını düşleyemiyordum. Bu bana azap veriyordu. Utanıyordum. İntiharı bile düşündüğüm zamanlar oldu. Bir yandan saplantılı mıyım ki saçma sapan şeyler düşünüyorum diye kendime kızıyordum. Ailem benden evlenmemi bekliyordu. Böyle olmayacağını anladım. İnternetten araştırdım. Günübirlik işler bulup para biriktirdim. Sonra İstanbul’a gittim. Nasıl yaşıyorlar diye bakmak için. Eşcinsellerin uğradığı barlara gittim. Tek tek yüzlerine baktım.
Öpüşüyorlardı. Anlaşıp beraber çıkanları gördüm. Van’da böyle bir şeyi hayal etmek bile mümkün değil ki abi. Sonra birkaç kez daha gittim İstanbul’a.” Ancak A. cümlenin burasında duruyor ve “Ama o barlardan çıkınca İstanbul’da bir eşcinselin kendini saklaması gerektiğini gördüm. Aslında bir İstiklal Caddesi var rahatça dolaşabilecek. Şimdi bizim burada bir Maraş bir Cumhuriyet Caddesi var. Buralar İstiklal Caddesi değil. Ama İstanbul’daki bir sürü cadde de bizim buradaki caddelerden farksız. Yine maske takıyoruz. Ha bizim Van’daki maske biraz daha büyük tabii” diyor. Van’daki biraz daha büyük maskenin getirdiği zorluklar ise şöyle sıralanıyor; “Burada her yerde heteroseksüel olmak zorundayım. Bir arkadaşım olsa gidip iki çift laf edebileceğimiz bir yerimiz yok.” Peki iki erkek olarak gitseniz nasıl bir şüphe uyandırabilirsiniz ki diye soruyorum; A., gülerek şöyle cevap veriyor: “O zaman da faça verir miyiz korkusu oluyor. Bir de hasbelkader ikimizden birinin tanındığını düşünsene. Hemen öteki de damgayı yer. Bu yüzden biz eşcinseller olarak burada bir arada dolaşmayız. Kendi heteroseksüel hayatlarımız vardır. Ben ara sıra kahveye gitmek zorundayım mesela. Oyun oynamak zorundayım. Karı kız muhabbeti yapmak zorundayım. Yapmazsam adım çıkar. Şimdi mesela ben Deniz’le bile yan yana yürüyemem sokakta.”
A. için adının çıkması canın çıkmasından bile kötü bir durum. Çünkü Van gibi kentte durumu yalnızca A.’yı bağlamıyor. Ailesi, beş kardeşi, hatta dayıları, amcaları, yeğenleri, kuzenlerini de bağlıyor. Çünkü eşcinsel olduğu bir kez ortaya çıkarsa akraba hısım, hepsinin “başını eğmek” zorunda kalacağını biliyor. “Eroin kaçırsam daha iyi” sözü ise uyuşturucu kaçakçılığının önemli istasyonlarından biri olan Van’daki durumu gayet iyi açıklıyor. “Eroin kaçırsan övülürsün, eşcinselsen dövülürsün yani” dediğimde başını sallayarak ‘aynen öyle’ diyor.

Şizofrenik bir durum
Bazı çetelerin artık internetteki eşcinsel forumlarına da sızdığını anlatan A. bir arkadaşının başından geçen hikayeyi şöyle özetliyor: “Bir arkadaşım, internetten yazışmış. Kameradan çocuğu da görmüş. Buluşmuşlar. Çocuk ilk anda kibar davranmış. Ama ilk tenhada gırtlağına bıçağı dayayıp parasını cep telefonlarını almış. Kendini şehir merkezinde bıraktırmış. ‘Konuşursan fena olur’ rezil ederim seni diye gözdağı da vermiş. Ben polise gidelim dedim. Evli, çocuğu bile var. Omzumda bir saat ağladı. Sonra polis yerine evine gitti. Bizim hayatımız böyle geçiyor işte. İstanbul’da en azından gidip şikayet edebilirsin soyulursan... Burada bu bile mümkün değil. Van’da 100 TL’ye kiralık katil bile buluyorsun. Millet o derece yani. Bu yüzden bir eşcinseli soymak iş değil onlar için. Zaten öldürseydiler ailesi bile sahip çıkmaz, ya da eşcinsel olduğunu saklardı. Bir daha adını anmazlardı”
Trajikomik başka hikayeler de var. Birkaç yıl önce bir arkadaşının psikiyatra gittiğini anlatan A., erkek olan psikiyatrın, arkadaşına “şizofreni başlangıcı teşhisi” koyduğunu söylüyor. A., psikiyatrın arkadaşını ikna etmek için kullandığı cümleleri de söylüyor: “Bir koltukta iki karpuz olmaz. Sen erkeksin.” A., Van’ın psikiyatrı bile bizi hasta görüyor” diyor. A.’ın bir problemi de eşcinsellerin doğuda bir seks makinesi gibi algılanıyor olması. “Sanki aklımız fikrimiz sekste” diyen A. bu arada dört beş ayda bir eşcinsel ilişki yaşayabilirse kendini şanslı saydığını durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını belirtiyor. “Biz Van’da bir arkadaş bulursak ona dört elle sarılırız. Âşık oluruz. Zaten şansımız yok ki fazla. ” diyor. Buna karşılık A.’ya göre özelde Van’da, genelde doğuda eşcinsellik oldukça yaygın. Ama pek çok eşcinsel bunu saklıyor, evleniyor.
Röportaj bitiyor. Deniz fotoğraf çektirmeyi önce kabul ediyor ancak sonra ortadan kayboluyor. A. ile baş başa kalıyoruz. O da istemiyor. Sırttan fotoğraf çekeceğim. Cumhuriyet Caddesi’ne çıkalım yeter” diyorum. Cevabı “Sen bunu çekersen ben saçımı bile değiştirmek zorunda kalırım. Bu elbiseleri bile bir daha giyemem” oluyor. Kendisini resmen tehlikeye attığını ben de biliyorum. Ancak en azından bir görsel malzeme şart. Cumhuriyet Caddesi’ne çıkıyoruz. O benimle hiçbir irtibatı olmayan biri gibi önden yürüyor. Anlaşmamız gereği arkasına bile bakmadan yürüyerek uzaklaşıyor. Aklıma eşimin kadın, Zaza ve Alevi olmaktan dolayı her türlü egemen kültürün baskısına maruz gayet talihsiz bir karışım olduğuna dair tespiti geliyor. Eşime telefon açıp üzülmemesini ondan biraz daha talihsiz bir karışımla az önce beraber olduğumu söylüyorum. “Kim?” diye soruyor, “Hem Kürt hem eşcinsel hem de Van’da yaşıyor” diyorum. “Vah Vah” diyor.
Blogger tarafından desteklenmektedir.