Köşe Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


"Burhan Kuzu gibi politikacıların litmus testi belli: Masmavi çıkıyor! Ya benim bölgemden aday olan Emek ve Demokrasi Bloğu’nun adayı, belki de Türkiye’nin en sempatik bağımsız adayı Sırrı Süreyya Önder kardeşimize ne buyrulur? Geçen gün İstiklal Caddesi’nde elime Sırrı’nın bir bildirisi tutuşturuldu. “Kardeşçe yaşamak için...” yapılması gerekenleri sıralamış, destekleyeceği ve mücadelelerine destek vereceği; Kürtler, Kadınlar, Sendikalar, Nükleer karşıtları ve çevreciler, siyasi tutuklular, Aleviler, gençlik, vs... Hepsini saymış, sıralamış. Sırrı geyler nerede, eşcinseller neden listende yok? Hem de Türkiye’nin gey oyunun en konsantre olduğu seçim bölgesinde! Hem de Türkiye’de, cinsel ayrımcılığı programına koymuş yegane parti olan BDP desteği ile adayken! Daha seçilmeden, çoğunluğun önyargılarından ürkme."

Birgün.Net Yazının Tamamı  >>

Bir Filistinli ile bir İsrailliyi; Ermeni ile Türkü; Sırp ile Bosna Hersekliyi; İranlı ile Mısırlıyı, hem de Türkiye’de aynı masa etrafında neşe içinde tartışırken, ortak sorunlarından söz ederek, dayanışmak için karşılıklı bağlar kurarken görseniz ne düşünürsünüz?

Hayır, Davutoğlu’nun Yeni Osmanlı rüyasının gerçekleştiğini sanmayın. Onun hayal bile edemeyeceği buluşma geçen hafta Ankara’da gerçekleşti. Olasılıkla haberi bile yoktur. Olsaydı da ‘küfürbaz erkeklerin savaştığı seçim meydanlarından’ kalkıp, buluşmaya katılıp, nemalanmaya bile cesaret edemezdi.

Dahası da var. yukarıdakilere ek olarak Gürcistan, Lübnan, Makedonya, Karadağ, Yunanistan da aynı sofradaydılar.

Birbiriyle yüzyılı aşkın süredir kanlı bıçaklı olan bu devletlerin sınırları içinde yaşayanlar, sınırları yoksayarak Ankara’da aynı sofraya kaşık sallayıp, yanyana koltuklarda dertleştiler.

Bütün bu tarihsel devletlararası düşmanlıkların halklar için bir değerinin olmayabileceğinin kanıtıydı buluşma. Üstelik bir araya gelip, milliyetçiliğin dünyaya, insanlara nasıl kan kusturduğunu tartıştılar.

Milliyetçiliğin ürettiği düşmanlık ve intikam kültürünün insanların gerçek sorunlarının üzerini nasıl örttüğünü, insan kardeşleri birbirine düşürerek, birbirlerini bıçaklamalarını nasıl sağladığını, paylaştılar.

İnsan kardeşliği….

Tüm insanların, sadece insan olmaktan gelen kardeşlik bağlarını muktedirlerin iktidarlarını sürdürmek ve yeniden üretmek için nasıl koparttıklarını, bir başkasını düşman belletirken aslında sadece kendi iktidarlarını sağlamlaştırmaktan başka amaçları olmadığını gördüler.

Kimler miydi onlar? İnsan kardeşlerdi.

Kaos GL’nin öncülüğünde bu yıl altıncısı düzenlenen Uluslarası Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında, LGBTT örgütleri arasında bir bölgesel ağ kurma girişimi için bir araya gelmişlerdi.

Homofobi, heteroseksüellik dışındaki her tür cinsel yönelimden tiksinmeyle karışık korku demek. Cinselliği sadece kadın ve erkek arasında olması zorunlu bir ‘münasebet’ sananların, başka türlü cinsellikleri gördüklerinde yaşantıladıkları duyguları tanımlıyor.

Yetiştirilme, öğretilme, eğitilme koşulları nedeniyle heteroseksüellik dışı cinselliklere ilk kez tanık olduğunda çoğu insanın yaşantılayabileceği bir hal. Ama mesele o kadar basit değil. İlk şaşkınlığını atanların daha sonra ne yaptıkları daha belirleyici.

Homofobi milliyetçilerin, ırkçıların, fanatik dincilerin ve faşistlerin halkları birbirine ve kendi kendilerine düşman etmek için en çok kullandıkları araçlardan biri.

Bütün otoriter ve totaliter rejimler penis tapınmasını, erkekliği yücelttikleri, iktidarlarını erkeklik üzerinden kurdukları için, heteroseksüellik dışı cinsellikleri iktidarlarının doğal düşmanı olarak görürler.

Hitler faşizminden bu yana her tür otoriter/ totaliter rejimler iktidarlarını sağlamlaştırma yoluna ilkin eşcinsellere baskı kurarak çıkmışlardır. 1980 darbesinde bile asker ve polis özellikle İstanbul’da eşcinselleri toplayıp, şehir dışına çıkarıp, atmakla işe başlamıştı. Şimdiki iktidarın aile ve üç çocuğu dilinden düşürmemesi de benzer bir strateji.

Bölgesel ağ kurma toplantısı dertlerin ne denli ortak olduğunu bir kez daha gösterdi. Ezilmek söz konusu olduğunda Kürt, Türk, Ermeni, Yunanlı, Sırp, Bosnalı olmanın hiç fark etmediğini insan kardeşler olarak herkes gördü.

Darısı, bu coğrafyada diğer ezilenlerin de ortak paydalarını keşfedip, bir araya gelmenin yollarını bulmalarının başına.

Selçuk Candansayar : İnsan kardeşlerin dayanışması

Bir gecede muhafazakarlaşan eşcinseller - Dipnot.Tv

Dipnot.tv yazarı Yiğit Karaahmet'in muhafazakarlaşan eşcinsellere de Ezgi Başaran'ın yazısına da itirazı var
Az önce uyandım. Günlük yayınlanan basılı paçoz Türk matbuatını incelerken bir de ne göreyim dün geceden bu yana eşcinseller birden muhafazakarlaştığını öğrendim.
Radikal’de Ezgi Başaran yine harika bir analistliğe soyunarak, ‘eşcinsellerin sık kullandığı sosyal ağların başında gelen’ hadigayri.com’un yaptığı bir ankete dayanıp eşcinsellerin partilere göre oy oranlarını açıklamış.


CHP birinci ama Gülben Ergen’den araklarsak eğer sürpriz sürpriz sürpriz aşkım AKP’nin de oy oranları artmış. İnanır mısınız MHP bile oylanıyor.
Bunun üzerine Radikal hemen göndere gökkuşağı bayrağını çekmiş ve altına ‘Muhafazakar eşcinseller: AKP’nin kemik oyu var!’ manşetini patlatmış.


Öncelikle şu eşcinsellerin sık kullandığı sosyal ağların başında gelen hadigayri.com nedir acaba diye düşündüm?
Çünkü neredeyse 30 yıldır bu sektördeyim (sektör derken anladınız siz ne olduğunu?) , ömrümün büyük bir kısmı bu tür sosyal sitelerde uzun vadeliden tek geceliğe münasip bir kısmet ayarak geçti, hala haftalık iş periyodumun dörtte biri uyduruk sitelerde chat yaparak geçiyor…
Ben bu isimde bir sitenin camiamızda sık kullanılanlar arasında olduğunu Başaran’ın yazısından öğrendim.
Hayatımda ilk kez duyduğum bu sık kullanılan siteye girip baktım.
Haftanın en beğenileni klasmanında, Başaran’n yazısının büyükçe alıntılandığı bölümün sağ üst tarafında bir çocuk var. 23 yaşında. Kaslı. Artık onun için sık sık girmeyi düşünüyorum bu siteye.
İsterseniz MSN sohbetlerimizi yayınlarım. Ayrıca isterseniz o çocukla bazen politika da konuşuruz onu da yayınlarım.
Ama bu siteye sadece bunun için girerim, siyasi görüşlerimi oradan baz alıp oluşturmam.
Düşünüyorum da ben de kurayım yarın bir site. Orada hemen bir anket attırayım, sonra da bunu aklı havada gazetecilerimize mail atarak duyurayım.
Sazan çok zaten. Biri mutlaka oltaya gelir. Sonrada onunla ‘Ay ne muhafazakarlaşıyoruz inanamazsın. Bizde her tür kemik var. Kemik oy da var. O oylar da AKP’ye’ diye döşeneyim.
Kimse yemezse en azından elimde Ezgi Başaran var. O mutlaka yer.
Ezgi Başaran’ın sorunu her şeyi çok iyi bildiğini sanması ve her şey hakkında mutlaka bir fikri olması. Ama maalesef öyle değil.

Bu Ezgi Başaran’ın eşcinsellik hakkında okuduğum ve cehaletini yakaladığım ikinci makalesi. Diğeri de VJ Bülent olayıyla alakalıydı. Homofobi yüzünden işinden kovulan VJ Bülent için ‘Neden bu konuyu bu kadar büyütüyoruz. Doğru mu bu?
Eğer eşcinsellere bir rol model bulacaksak bu Ahmet Yıldız olmalı’ özetli makalesi hala gözümün önünde.
Sanki homofobinin bir dozu ve kişisi varmış gibi...
Sanki herkes özgür olmalı ama bazılarımız daha özgür olmalı gibi…
Ve bu iddiası onu gözümde arada bir Nagehan Alçı’yla aynı kefeye koyuyor maalesef.
Cici ve güzel kızlar.
Biri dalgalı diğeri düz fönlü medyamızın şekerleri onlar. Onları sevmeli ve korumalıyız aslında. Tıpkı Hasan Pulur gibi onlar da bir başka değerimiz.
Ezgi Başaran’a birkaç site daha tavsiye edeyim onlarla da konuşsun. Belki oradan da başka bir anket sonucu daha çıkarır.
Belki o anketlerden çıkacak sonuçlarla ‘Görüyor musunuz AKP o kadar da kötü değil. Eşcinsellerin kemikleşmiş oyu bile onlara gidiyor’ mantığını destekleyecek donelere ulaşabilir.
Eşcinsel hakları en yeni politik şık tavır ya. Ne bulursak giyelim üstümüze.
İster çapımıza küçük gelsin, ister ölçülerimizin ve kapasitemizin üç beden büyüğü olsun.
Ne fark eder?

At atabildiğin kadar. Burası Türkiye!

Birinci Beraat’ın üzerinden birkaç gün geçmeden, Bay Kuzu’nun bana ve BirGün’e karşı bir dava daha açmış olduğunu öğrendim. Bu sefer de yine bu köşeden, 09.03.2011’de yazdığım “Gençler” başlıklı yazımda “Dünyanın neresinde, ilk defa kitabı basılmış genç bir yazar, gururla, neşeyle övünmek yerine, böyle saklanmak zorunda kalır dersiniz? Bu sorunun cevabını hemen büyük harflerle vermek istiyorum: İNSAN HAKLARININ NE OLDUĞUNU BİLMEYEN TOPLUMLARDA. O toplumlar ki, Aliye Kavaf gibi Bakan, Burhan Kuzu gibi hukukçu çıkarır!”.*

Kuzu Bey ve avukatları bu cümlelerin “...yazarın, müvekkilin şahsına yönelik duyduğu şahsi kin ve nefretinin bir tezahürü” olduğunu iddia edip 10.000,00 TL manevi tazminatın “davacıya verilmesini talep” etmekteler...

Bakan Aliye Kavaf ve Burhan Kuzu, AKP’nin en bilinen homofoblarıdır. Homofobi, eşcinsellere ya da eşcinselliğe karşı duyulan irrasyonel nefret, korku, hoşnutsuzluk ya da ayrımcılık demek. Bakan Kavaf’ın bu şöhreti neden hak ettiğini hepiniz hatırlayacaksınız. Kuzu Bey’e gelince, o da yeni “demokratik, birey özgürlüklerine saygılı yeni bir anayasa” yazmanın ilk açıkça tartışılmaya başladığı günlerde, "Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!" demişti. Yani ortada bir “şahsi kin ve nefret” varsa, o da Aliye Kavaf ve Bay Kuzu’dan kaynaklanmaktadır. Mağduru ise, BirGün ve şahsımdır. Ve de Türkiye’deki sayılarının 7 milyon civarında olduğunu tahmin ettiğim eşcinsellerdir.

Homofobi çok sinsi bir ayrımcılık türüdür, isbatı zordur. Genellikle toplumda zaten var olan önyargılar kullanılarak bireylere veya bir gruba karşı homofobik muktedirler tarafından kullanılır. Mesela son olarak, BTK’nın yayınladığı internetteki yasaklanacak kelimeler listesinde görüleceği gibi. Dikkat ettiyseniz “genel ahlak” gibi muğlak bir kavram kullanılarak uygulanmak istenen sansür gey ve bu kelimenin orjinal, İngilizcesi “gay” kelimelerini de içeriyor. “Gay” kelimesinin ahlakla, yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. İngiliz dilinde esas anlamı “neşeli” olan, eşcinsellerin negatif anlamlarla yüklü kendilerine verilen adlardan arınmak için seçtikleri bir isimdir. İktidarın önemli bir parçası olan Bakan Kavaf ve Burhan Kuzu gibi isimlerin yarattığı politik ortamda, aynı iktidarın atadığı BTK bürokratları bütün bilimsel verilere, hukuka rağmen bu kelimeleri “ahlaksızlık” göstergesi olarak ilan edip, sonra da müdafaa edebiliyorlar! Hukukun üstünlüğünün olduğu demokratik ülkelerde bu bir suçtur. Adına da “Nefret Suçu” diyoruz....... Devamı Birgün

Komedi Dükkanı
RTÜK desen başka bir âlem. Oradaki kafalar da “Bi Dünya” olmalı ki, garip garip işler yapıyorlar.
Paralı kanalda yayınlanan bir filmde gay evliliği sahnesi var diye ceza vermişler.
Ota boka ceza veriyorlar zaten de, bu iyice acayip.
Açık kanallardaki dizilerde “suç” olan tecavüz gırla, her türlü ilişki, her türlü gariplik gırla, paralı kanalda gay evliliğe ceza.
Bırak paralı kanalı, açık kanalda olsa size ne be kardeşim. Yok mu bu dünyada gay evliliği.
Siz televizyonda yasaklayınca gay’lik de kalmayacak mı?
Ya da size mi verildi gay’liği ortadan kaldırma görevi.
Zaten televizyonda film izlerken güleyim mi, ağlayayım mı bilmiyorum.
Sigara göründüğü anda ekranın o bölümü buzlanıyor.
Buzun içinden duman çıkıyor. Çöpteki görüntüsüne bile yasak var sigaranın.
Buna mukabil adam uyuşturucuyu şırıngaya çekiyor, koluna dayayıp yapıyor. Açıkça. Sigara zararlı, uyuşturucu değil ya, ona yasak yok.
Tam komedi. Burası muhteşem bir ülke.
Gerçekten muhteşem.
Televizyon programı gibi.

 Mehtap, ‘Almodovar’ filminden çıkıp gelmiş bir kadın gibiydi
Doğduğum topraklardan mı, genetik mi, yetiştirilme tarzım mı, bir tahtamın eksik olmasından mı bilemiyorum... Ama kendimi bildim bileli, dışlanana, dışarıda kalana, farklı olana ilgi duydum, onları merak ettim. Ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, neler hissediyorlar. O yüzden üç gün üç gece geçirdim travestilerle. Yeni isimleriyle, trans kadınlarla. Başka şeylere yormanıza gerek yok, yapmaya çalıştığım şey, anlamaya çalışmak ve sizlere aktarmaktı...

Gecenin bir yarısı.
Bomonti’de ıssız bir sokak.
İnce uzun bir apartman.
İçeri dalıyorum, o daracık merdivenleri tırmanırken nefes nefese kalıyorum.
Çık çık bitmiyor.
Kirası ucuz diye, travestiler asansörsüz binalarda oturuyor.
Zili çalıyorum./_np/5614/13305614.jpg
Daha zili çalarken kaçıp gitmek istiyorum, heyecandan ölüyorum... Yalan!
Ben alenen korkuyorum, kalbim küt küt atıyor.
Çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyorum.
Ama işte korkunun ecele faydası yok.
Kapı açılıyor.
Ve karşımda Mehtap.
AYŞE MİSİN? GEL İÇERİ
Oh my god!
Bu da ne!
Ben nerdeyim?
Bu kim?
Bu nasıl uzun bacaklar!
Mini etekle ne kadar şahane görünüyor.
Beni şöyle bir baştan aşağı süzüyor, “Ayşe misin?” başımla evet işareti yapıyorum, “Gel içeri” diyor.
Ve ben Mehtap’ın açtığı kapıdan travestilerin dünyasına dalıyorum.
BEDENİNDE İKİ CİNSİYETİ BARINDIRMAK
Benden genç.
Benden daha güzel, daha seksi ve daha komik.
O, yüzde yüz bir Almodovar kadını.
Palavra sıkmanın manası yok, bu diziyi yapmaya karar verdiğimde, toplum tarafında dışlanmış bir kesimin çektiği acıları yansıtmak, yaşadıkları zorluklara ayna tutmak gibi ulvi bir amacım yoktu.
Her şeyin tek bir sebebi var: Merak.
Yeni şeyler öğrenirken heyecanlanmak.
Allah’tan gazetecilik bana farklı dünyaları tanıma fırsatı veriyor.
Oldum olası, bedeninde hem bir erkeği, hem kadını barındıran bu kadınları merak ettim.
Tedirginliğim hâlâ devam ediyor.
Mehtap’ın evi, İzzet Çapa’nın kulüplerine benziyor, alengirli ve şık duvar kağıtları, enteresan bir lamba, siyah bir geniş bir koltuk.
Mehtap, İstanbullu ve eğitimli.
Ona bir travesti dosyası yapmak istediğimi anlatıyorum, o ve arkadaşlarıyla mümkünse üç gün üç gece geçirmek istediğimi söylüyorum.
Ajda Pekkan da böyle olmuştu, Mehtap’tan gözlerimi alamıyorum, görüntüsünde bir erkeklik izi arıyorum, küçücük de olsa, bulamıyorum; yok.
Baştan aşağı kadın.
Güzel, cazibeli, seksi, havalı, incecik bir kadın.
Suratına bakınca, “Bu aslında erkek!” diyebileceğiniz biri değil yani.
“Ama ameliyatlı değilsin di mi?” diye soruyorum.
“Hayır şekerim, yerinde” diyor, “Gerektiğinde kullanıyorum!”
Sesi  erkek gibi değil, ama kadın gibi de değil.
Fakat müthiş esprili ve zeki.
Cart diye lafı yapıştırıyor.
FIRÇAYI AL TUVALETİ TEMİZLE
O sırada eve Gülay geliyor, o da travesti. Tiyatrocu. Sonra alt komşusu Pınar. Çay içiyoruz birlikte. Oysa insan zannediyor ki bu arkadaşlar hiç durmadan içerler, alakası yok...
Evleri de mis gibi.
Şık, tertipli, düzenli.
Kadın eli değmiş yani.
Bana uzuuun uzuuun dünyalarını anlatıyorlar.
Mehtap seks işçisi ama müşterilerini seçme lüksüne sahip. Havalı bir internet sitesi var. A ve P yazıyor. Ben de salak olduğum için anlamıyorum, hem aktif hem pasif anlamına geliyormuş.
Birazdan sohbet başlıyor, Mehtap müşterilerini anlatıyor.
Çiftler de geliyormuş, erkekler de, lezbiyenler de, mazoşistler de...
“Nasıl yani?” oluyorum.
İçeriden bir kemer getiriyor, “Bununla vurmamı isteyenler oluyor” diyor, “Bir böyle bir grup var. Sonra eve girdiği anda mazoşist olduğunu anladığım ve direkt, “Yer kovasını ve fırçayı al, tuvaleti temizlemeye başla” dediğim grup. Onların seks filan istediği yok. Bir kadın emir versin, onu bunu yap desin, azarlarsın, bayılıyorlar, sonra ayaklarımı ovduruyorum. Grup seks için gelenler de var, lezbiyenler de var. Anlayacağın, her tür müşterim var...”
Kendi korkularımı rahatlamaya yönelik bir soru soruyorum.
KEDİLER GİBİ KARŞILIKLI KORKUYORUZ
“Peki tehlikeli değil mi?”
“Tabii ki tehlikeli” diyor “Ama hayatımı kazanabilmek için yapabileceğim başka bir şey yok. Tuhaf bir içgüdü geliştiriyorsun, bir iç sesin oluyor, o seni tehlikeden koruyabildiği kadar koruyor. Zil çalınca aşağıya bakıyorum ve gelenin, yukarıdan röntgenini çekmeye çalışıyorum. Ama şöyle de bir şey var, gelenler benden daha heyecanlı oluyor, kediler gibi önce karşılıklı korkuyoruz, sonra o korkuyu aşıyoruz. Yeni insanlar tanımak zevkli oluyor, ama bazen de öyle zamanlar geliyor ki, bu işin çekilecek yanı kalmıyor. Yurtdışından da müşterilerim var.”
Bir an afallıyorum, “İyisin, hoşsun ama çok güzel Rus kızları var, sen de netice de kadın değilsin, bir erkek seni neden tercih eder?” diyorum.
“Ooooo sen çok safsın!” diyor. “Adamın fantezisi bu. İkisi bir arada. Bir bedende her şeyi istiyor!”
Bana o gece, orada, bir sürü şey anlatıyorlar.
Bütün hayat hikayelerini.
Birlikte üzülüyoruz, gülüyoruz, bir sürü şeyden konuşuyoruz.
Ve sonra ben ayrılıyorum...
MANİKÜR PEDİKÜR YAPTIRIYORUZ
Şimdi sıra bende.
Ben onları davet ediyorum.
“Ama ben evli barklı bir kadınım, sizi öğleden sonra çayına bekliyorum, gece olmaz” diyorum.
Ve onlara bir sürprizim var, Mehtap’la Gülay’a.
Mahalle berberine telefon açıyorum, “Evde üç kadın olacağız, manikür ve pedikür yaptırmak istiyoruz, mümkün mü? Ha bir de fön çektireceğiz” diyorum.
“Tamamdır, arkadaşları birkaç saate göndeririz” diyorlar.
Mehtap ve Gülay geldiğinde, evde bin yıldır evimizin her şeyi olan Leman da var. Leman hayatında ilk defa travesti görüyor ve ne yalan söyleyim, önce hiç hoşlanmıyor, pek temkinli, onlar ne yese içse bakıyorum bulaşık makinesine sokuveriyor, yetmiyor çamaşır suyuyla yıkıyor.
“Ne ayıp yaptığın!” diyorum.
Yavaş yavaş o da alışıyor.
Evin içinde üç kadın inanılmaz güzel vakit geçiriyoruz.
Emre de fotoğraf çekiyor.
Mehtap o kadar hoş, o kadar çekici ki, yazık Emre de beni korumaya çalışıyor, “Sen de üzerine hoş bir şeyler giysene, şöyle öne gelsene” diyor.
Mehtap’la elbiselerimi paylaşıyorum, benim kıyafetlerim ona daha çok yakışıyor, giyinirken poposu görünüyor, üzerinde ince bir g-string var, “Ne kadar güzel popon var, bacaklarında da hiç selülit yok!” diyorum.
“Dalga mı geçiyorsun, tabii ki olmaz, ben erkeğim!” diyor.
Fakat memelerini uzun saçlarıyla utangaç bir şekilde kapatıyor.
Ayna karşısında hep birlikte makyaj yapıyoruz.
Leman’ın böreklerini yiyoruz, kanepeye yayılıp sohbet ediyoruz.
Yavaş yavaş yaşadıkları zorlukları öğreniyorum.
En komiği de, manikür pedikür aşamasında yaşanıyor.
Gelenler şok yaşıyor.
Biz gülüyoruz.
Ben Mehtap’ın ayaklarına takıyorum, “Büyükmüş, güzel değilmiş!” diyorum, bozuluyor, “Sen kendi ellerine bak” diyor, “Manav eli gibi!”
Yine gülüyoruz.
Evde şık şık giyindikten sonra kendimizi Nişantaşı sokaklarına vuruyoruz.
O macerayı da yarın anlatırım artık...
Bu toplumda sokak köpekleri kadar değerimiz yok 
Devamı >>

Hıncal Ağbim soruyor: "Eşcinseller konusunda asker ne yapmalı?"
Asker yasalar ne diyorsa onu yapar. Bu konuda siyasetçiler ne yapmalı ?
Zamanı geldi, ellerini taşın altına koyacaklar. Her şeyden önce, Türkiye'yi "Cinsel ayırımcılığı yasaklamayan tek Avrupa ülkesi" olmaktan kurtaracaklar ki bu, bazılarının pek meraklı olduğu AB'ye giriş koşullarından biridir. Tüm AB ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de cinsel ayırımcılık yasal olarak engellenince, Türk Silahlı Kuvvetleri, "Eşcinsel asker almam" diyemeyecek, eşcinseller veya kendilerini öyle gösterip askerlik hizmetinden kaçmak isteyenler de başka bahane arayacaklar veya her vatan evladı gibi, tıpış tıpış askere gidecekler.
Türkiye Cumhuriyeti'nde eşcinsel ilişki hiçbir zaman yasak olmadı. Yakın gelecekte,....Devamı Kaynağından




Siz de rahat rahat eşcinselliğe karşı değilim diyenlerden misiniz? Ben de öyleydim, oysa yüzümde kırmızı bir el iziyle ayrıldım o salondan, önyargılarımın tokatını yedim o sabah. Nefret suçlarını hatırlarken biraz da “sempati modası”na bakalım istedim.

Nefret suçlarının gündeme alındığı günlerdeyiz; üniversitelerde art arda paneller düzenleniyor, nefret suçlarından muzdarip vatandaşların hakları için yapılacak yürüyüşlerin duyuruları yer alıyor panolarda. Nefret suçu nedir derseniz, “herhangi bir nedenden dolayı (cinsel yönelim, din, dil, ırk, cinsiyet) ayrımcılıkla şiddet içeren eylemler, suçlar”dır der konuma devam ederim.
Benim değinmek istediğim konu ise suç işleyenler değil, “sempati duyanlar” hakkında. “Önyargısızım” diyenlerin yüzüne tokat gibi çarpacak anlatacaklarım. O el bana çarptı, oradan biliyorum.
Geçtiğimiz yıl katıldığım bir panelde bir gayin kendisine karşı alınan tavra karşı duruşunu izledim, bir eşcinselin karşısındaki sözde sempatizanları nasıl kendileriyle yüzleştirdiğini gördüm. Aslında panele arkadaşımın ısrarıyla katılmıştım, sabahın sekizinde iki elin parmakları kadar insanların olduğu salonda başlayan konuşmayı hatırladıkça iyi ki gitmişim diyorum.
Neyse konuya gelelim, karşımdaki arkadaş önce kendilerine karşı işlenen suçlardan bahsetti, diğer konuşmacılar gibi “farklı” olmanın kötü olmadığını anlattı. Sonra konu tamamen farklı bir noktaya geldi, sempatizanlığa. Herkesin "haklısınız" deyişleri üzerine doğruldu, “Siz de eşcinselliğe karşı değilsiniz ancak sizin de önyargılarınız var” dedi ve şöyle devam etti: “Bir masaya oturduğumda hep benim konu açmamı istersiniz, sizin yanınızda hep neşeli olmam gerekir değil mi? İyi dert dinlemeliyim, kız arkadaşlarım omzumda ağlamalı. Benim derdim olamaz, iyi içmeli, iyi dost olmalıyım. Canınız sıkıldığında sizi teselli edecek kişi benim. Feminen olmalıyım, benim maskülen bir gay olmama imkan yok. Neden omzunda ağlanmaya sabır göstermeliyim? Masanızın eğlence figürü neden benim?”
Salonda sessizlik oldu, bir süre sonra sesler aynı şekilde devam etti: “haklısınız”... Ancak biraz suçluluk vardı bu kez ses tonumuzda. Evet, haklıydı, nefret suçu işleyenler kadar sempati kılıfında tektipleştirmeye yönelen, farklılıklara saygılıyız diye naralar atarak her “farklı” olandan aynı olmasını beklemek çok derin bir çelişkiydi.
Yüzümde kırmızı bir el iziyle ayrıldım o salondan, önyargılarımın tokatını yedim o sabah. Nefret suçlarını hatırlarken biraz da “sempati modası”na bakalım istedim. “Önyargılara karşı, farklılıklara saygılıyım” derken önyargılarınızı düşünün, birinci ağızdan dinleyen bir insanın yüzünü sızlatan o tokat size değmese, o elin gölgesi inmese de yüzünüze en azından yüzünüzü kendinize dönün istedim.
Şimdi masanızda sizi eğlendiren gay arkadaşınızı, omzunda ağladıklarınızı düşünün sonra onları kaç kez dertli gördüğünü hatırlamaya çalışın. Hatırlayamadınız mı, o zaman siz de bendensiniz. Şimdi yüzünüzde bir sızlama hissediyor musunuz?
                                                                                                    Gizem Kaboğlu
 Kaynak:“EŞCİNSEL SEMPATİZANIYIM, GAY ARKADAŞIMIN OMZUNDA AĞLARIM” - Dipnot.Tv


Van'da yaşayan eşcinseller için adlarının çıkması canlarının çıkmasından kötü. İki genç A. ve D. yaşadıklarını anlatıyor
‘Ne yapacağım ki abi İstanbul’a gidip? Yol kenarında müşteri bekleyen travestilerin kaçı Kürt çocuğudur merak ettin mi hiç? En az yüzde 90’ı Doğulu, Güneydoğulu’dur. Batmanlı, Diyarbakırlı, Vanlıdır. Ben gitsem ne olacak… Eğitimim mi var? Param mı var? Hem ben sadece eşcinsel değilim ki! Bir de Kürdüm üstelik.”
Bunları söyleyen A., 25 yaşında Vanlı bir Kürt. İşsiz. Altı çocuklu bir ailenin ortancası. Dışarıdan bakınca karşımda Van ölçülerinde modern bir saç kesimine sahip gençten bir adam oturuyor. Bu haliyle ona sokakta ‘eşcinsel’ demek bıçaklanma sebebi bile olabilir. Çünkü eşcinsel olduğuna dair bir emare yok. Adının Deniz olduğunu söyleyen Vanlı diğer eşcinsel ise kafalardaki klişeye hizmet eder tavırlar ve giysiler içinde.
Van Kadın Derneği’nin (VAKAD) odalarından birindeyim. Dernek, yalnızca kadınlara değil eşcinsellere de hukuki ve toplumsal konularda yardım etmeye çalışıyor. Röportaj sırasında A.’nın sorduğu iki kilit soruya cevap vermem çok zor? A., “Hrant Dink öldürüldüğünde ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürümüşsünüzdür. Ben öldürülsem ‘Hepimiz eşcinseliz’ diyebilir misiniz?” diye soruyor ilk olarak. İkinci soru daha vahim… “Oğlunuz olduğunu söylediniz. Ya size gelip bir gün eşcinselim derse… Ne cevap verirsiniz?” Sahi ne cevap veririm; veririz, verirsiniz… Bunlar A.’yı ve Deniz’i ilk elden ötekileştiren iki soru. Ancak tabii ki bu sorular aynı zamanda 785 bin kilometrekarelik memleketin her metrekaresiyle ilgili bir sorun. Vanlı eşcinsellerin ise kendini ifade etmekten daha hayati sorunları var. Hayati sorun derken gerçekten ortada hayati bir durum söz konusu. Çünkü Van’da açıklanmış bir eşcinsellik karşısında kurulabilecek makul bir cümle yok.
Zaten Deniz, sırf bu yüzden 2007’de tası tarağı toplayıp İstanbul’a gitmiş. Şimdi annesini görmek için bayramdan bayrama Van’a geliyor. Aslında içinde bir kadın bulunduğunu düşünüyor ve ameliyat olmak, kadın gibi yaşamak istediğini söylüyor. Van’da yaşamasının imkansız olduğunu bildiği için bulduğu ilk fırsatta kapağı İstanbul’a attığını anlatıyor; ama durumundan pek de mutsuz görünmüyor.

‘Arada kız muhabbeti yaparım’
Ama A.’nın durumu biraz daha farklı. Onun feminen tavırları yok ama Van’da yaşamaktan rahatsız. Aslında yalnızca Van’da değil Türkiye’de yaşamak ona mutsuzluk veriyor. “Sıkıldım artık kendimi saklamaktan” diyor ve bir çırpıda şunları söylüyor; “Yalnızca toprağım değil ki, devletim de insanım da kabul etmiyor. İmkan sunsun bana devlet, beni göndersin; istirham ediyorum.” İlkokul sıralarında keşfettiği eşcinselliğini 19 yaşına kadar sakladığını ve ‘erkek’ olmak zorunda kaldığı zaman dilimini şöyle anlatıyor: “Mastürbasyon yaparken bile bir kadını düşleyemiyordum. Bu bana azap veriyordu. Utanıyordum. İntiharı bile düşündüğüm zamanlar oldu. Bir yandan saplantılı mıyım ki saçma sapan şeyler düşünüyorum diye kendime kızıyordum. Ailem benden evlenmemi bekliyordu. Böyle olmayacağını anladım. İnternetten araştırdım. Günübirlik işler bulup para biriktirdim. Sonra İstanbul’a gittim. Nasıl yaşıyorlar diye bakmak için. Eşcinsellerin uğradığı barlara gittim. Tek tek yüzlerine baktım.
Öpüşüyorlardı. Anlaşıp beraber çıkanları gördüm. Van’da böyle bir şeyi hayal etmek bile mümkün değil ki abi. Sonra birkaç kez daha gittim İstanbul’a.” Ancak A. cümlenin burasında duruyor ve “Ama o barlardan çıkınca İstanbul’da bir eşcinselin kendini saklaması gerektiğini gördüm. Aslında bir İstiklal Caddesi var rahatça dolaşabilecek. Şimdi bizim burada bir Maraş bir Cumhuriyet Caddesi var. Buralar İstiklal Caddesi değil. Ama İstanbul’daki bir sürü cadde de bizim buradaki caddelerden farksız. Yine maske takıyoruz. Ha bizim Van’daki maske biraz daha büyük tabii” diyor. Van’daki biraz daha büyük maskenin getirdiği zorluklar ise şöyle sıralanıyor; “Burada her yerde heteroseksüel olmak zorundayım. Bir arkadaşım olsa gidip iki çift laf edebileceğimiz bir yerimiz yok.” Peki iki erkek olarak gitseniz nasıl bir şüphe uyandırabilirsiniz ki diye soruyorum; A., gülerek şöyle cevap veriyor: “O zaman da faça verir miyiz korkusu oluyor. Bir de hasbelkader ikimizden birinin tanındığını düşünsene. Hemen öteki de damgayı yer. Bu yüzden biz eşcinseller olarak burada bir arada dolaşmayız. Kendi heteroseksüel hayatlarımız vardır. Ben ara sıra kahveye gitmek zorundayım mesela. Oyun oynamak zorundayım. Karı kız muhabbeti yapmak zorundayım. Yapmazsam adım çıkar. Şimdi mesela ben Deniz’le bile yan yana yürüyemem sokakta.”
A. için adının çıkması canın çıkmasından bile kötü bir durum. Çünkü Van gibi kentte durumu yalnızca A.’yı bağlamıyor. Ailesi, beş kardeşi, hatta dayıları, amcaları, yeğenleri, kuzenlerini de bağlıyor. Çünkü eşcinsel olduğu bir kez ortaya çıkarsa akraba hısım, hepsinin “başını eğmek” zorunda kalacağını biliyor. “Eroin kaçırsam daha iyi” sözü ise uyuşturucu kaçakçılığının önemli istasyonlarından biri olan Van’daki durumu gayet iyi açıklıyor. “Eroin kaçırsan övülürsün, eşcinselsen dövülürsün yani” dediğimde başını sallayarak ‘aynen öyle’ diyor.

Şizofrenik bir durum
Bazı çetelerin artık internetteki eşcinsel forumlarına da sızdığını anlatan A. bir arkadaşının başından geçen hikayeyi şöyle özetliyor: “Bir arkadaşım, internetten yazışmış. Kameradan çocuğu da görmüş. Buluşmuşlar. Çocuk ilk anda kibar davranmış. Ama ilk tenhada gırtlağına bıçağı dayayıp parasını cep telefonlarını almış. Kendini şehir merkezinde bıraktırmış. ‘Konuşursan fena olur’ rezil ederim seni diye gözdağı da vermiş. Ben polise gidelim dedim. Evli, çocuğu bile var. Omzumda bir saat ağladı. Sonra polis yerine evine gitti. Bizim hayatımız böyle geçiyor işte. İstanbul’da en azından gidip şikayet edebilirsin soyulursan... Burada bu bile mümkün değil. Van’da 100 TL’ye kiralık katil bile buluyorsun. Millet o derece yani. Bu yüzden bir eşcinseli soymak iş değil onlar için. Zaten öldürseydiler ailesi bile sahip çıkmaz, ya da eşcinsel olduğunu saklardı. Bir daha adını anmazlardı”
Trajikomik başka hikayeler de var. Birkaç yıl önce bir arkadaşının psikiyatra gittiğini anlatan A., erkek olan psikiyatrın, arkadaşına “şizofreni başlangıcı teşhisi” koyduğunu söylüyor. A., psikiyatrın arkadaşını ikna etmek için kullandığı cümleleri de söylüyor: “Bir koltukta iki karpuz olmaz. Sen erkeksin.” A., Van’ın psikiyatrı bile bizi hasta görüyor” diyor. A.’ın bir problemi de eşcinsellerin doğuda bir seks makinesi gibi algılanıyor olması. “Sanki aklımız fikrimiz sekste” diyen A. bu arada dört beş ayda bir eşcinsel ilişki yaşayabilirse kendini şanslı saydığını durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını belirtiyor. “Biz Van’da bir arkadaş bulursak ona dört elle sarılırız. Âşık oluruz. Zaten şansımız yok ki fazla. ” diyor. Buna karşılık A.’ya göre özelde Van’da, genelde doğuda eşcinsellik oldukça yaygın. Ama pek çok eşcinsel bunu saklıyor, evleniyor.
Röportaj bitiyor. Deniz fotoğraf çektirmeyi önce kabul ediyor ancak sonra ortadan kayboluyor. A. ile baş başa kalıyoruz. O da istemiyor. Sırttan fotoğraf çekeceğim. Cumhuriyet Caddesi’ne çıkalım yeter” diyorum. Cevabı “Sen bunu çekersen ben saçımı bile değiştirmek zorunda kalırım. Bu elbiseleri bile bir daha giyemem” oluyor. Kendisini resmen tehlikeye attığını ben de biliyorum. Ancak en azından bir görsel malzeme şart. Cumhuriyet Caddesi’ne çıkıyoruz. O benimle hiçbir irtibatı olmayan biri gibi önden yürüyor. Anlaşmamız gereği arkasına bile bakmadan yürüyerek uzaklaşıyor. Aklıma eşimin kadın, Zaza ve Alevi olmaktan dolayı her türlü egemen kültürün baskısına maruz gayet talihsiz bir karışım olduğuna dair tespiti geliyor. Eşime telefon açıp üzülmemesini ondan biraz daha talihsiz bir karışımla az önce beraber olduğumu söylüyorum. “Kim?” diye soruyor, “Hem Kürt hem eşcinsel hem de Van’da yaşıyor” diyorum. “Vah Vah” diyor.

Mehveş Evin, Alman medyasının ortaya attığı konuya parmak uzatmış.. Türk Silahlı Kuvvetleri ve eşcinsel erkekler..
Okudum. Bir daha okudum.
Mehveş, eşcinselliğini saklayıp askere gidenlerin başına gelenlerden söz ediyor.
Eşcinselliğini açıklayamadığı için "Vicdani red" bahanesiyle askerden kaçmaya çalışanları anlatıyor. "Ben eşcinselim" diye askerlikten muaf olmak isteyenlerin başına gelenleri de anlatıyor..
Ama kendisi ne diyor, ne istiyor, nasıl çözüm öneriyor, onu anlatmıyor.. Ya da ben anlamadım.
Şimdi Sevgili Mehveş,
Sence eşcinseller askere alınmalı mı?.
Alınırsa, askerde başına o dediklerinin gelmemesi için ne yapmak lazım?.
Alınmamalıysa nasıl?.
Günümüzde, askerde Doğu'ya gidip gelmeme tehlikesi büyük boyutlarda varken ve eşcinsellik de artık, fevkalade hoşgörü ile karşılanırken, askerden sıyırmak için "Ben eşcinselim" diyenleri nasıl ayırt edeceğiz, önerin var mı?.
Benim yok.. O yüzden tüm içtenliğimle soruyorum, konuya el atanlardan..
Önerileriniz ne?..
Asker ne yapmalı?.
Kaynak Sabah Gazetesi
Mehveş Evin'in Yazısı

Cinsel hak arayışı kimileri için öncelikli bir mücadele alanı olarak görülmez. Oysa namus cinayetleri, kadın sünneti, LGBTT bireylere uygulanan şiddet ve yaşam hakkını gasp eden birçok olay cinsel hak ihlallerinin sonucu. Müslüman toplumlarda yaşanan ihlallerin farklı bir boyutu var. Din yoluyla meşrulaşmaları. Müslüman Toplumlarda Cinsel Ve Bedensel Haklar Koalisyonu 12 farklı İslam ülkesinde gerçekleştirdiği eşzamanlı eylemlerle cinsel hakları ihlal edilen bireyleri bilinçli mücadeleye çağırıyor.
Cumhuriyet-Dergi - Cinsel haklar mücadelesi tahmin edebileceğiniz gibi oldukça zorlu bir platform. Hele bunu Müslüman bir ülkede gerçekleştirdiğinizi düşünün. Bizimle, yaşadıkları deneyimleri paylaşmak için bir araya gelen Kadın İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nden Sezen Yalçın, Zeynep Özdal ve LAMBDA İstanbul gönüllüleri Selçuk’la Ilgaz tam da bunun için çabalıyorlardı. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 12 Müslüman çoğunluklu ülkede yaklaşık 50 örgütün katılımıyla “Ortak Mücadele-Hep Birlikte” kampanyasının bu yıl ikincisi yapıldı. Bu oluşum için bir öncüden söz etmek çok da olanaklı değil. Organizasyonu yürütmek için kurulan Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR) ortak bir fikir paylaşımının ürünü. Sezen Yalçın’a göre bu dayanışma ağının en önemli işlevi ortak bir söylem geliştirmekten çok Müslüman ülkelerde çok zor gerçekleşen cinsel hak arama savaşı süresince aktivistlere yalnız olmadıklarını hatırlatması. Zaten Müslüman ülkelerde cinsel hak ihlallerinin sistematikleştirilmesi de büyük farklar içeriyor. Yalçın, Filistin’de yaşanan namus cinayetlerinin tıpkı bizdeki gibi çok yaygın olmasını ama tam tersine Güneydoğu Asya’da büyük sorun teşkil edecek boyutta olmamasını örnek gösteriyor. Buna paralel olarak cinsel hak arama mücadelelerinin boyutları da farklar gösteriyor. Derneğin İran’da yaptıkları çalışmadan sonra ilk kez -kapalı bir grup içinde de olsa- cinselliğin tartışılması büyük memnuniyet yaratmış ve devamının gelmesi istenmiş. Bu noktada işin görünürlük boyutu birçok ülke için yeterli seviyede değil. Yalçın da cinsel hak arama mücadelesinin “modern” ülkelere özgü bir şey olarak algılanmasından bir hayli rahatsız. Bu bahsettiği de cinsel ihlalleri meşrulaştırmanın bir başa yolu olsa gerek.
Ancak yöntemler ne kadar farklı olsa da Zeynep Özdal’a göre yaşananların tümü erkek egemen bakış açısının ürünü. Yalçın da Özdal’ı onaylıyor ve bu yüzden sırf namus cinayeti ya da kadın sünnetine odaklanmak yerine daha bütünlüklü bir bakış açısı sunmak istediklerini söylüyor. Türk Ceza Kanunu’nun değişimi için yürüttükleri ciddi çalışmanın yanında kadınları siyasete yöneltmek ve hakları konusunda bilinçlendirmek de gündemlerinde yer alıyor. Cinsel ihlallerin sırf İslam ülkelerinde yaşandığını söylemek büyük yanılgı olur. Ancak bu ülkelerde ölüme kadar varan ihlallerin dine dayandırılması gibi bir sorun var. Namus cinayetleri, kadın sünneti, eve kapatma ve daha birçok ihlalin aslında dinle örtüşemediğini deşifre etmek. Yaptıkları bir araştırmanın sonucu yeterince korkutucu. Geçen yıl 349 kişi sadece cinsel haklarını kullanmak istedikleri “mesela kocasından boşanmak” için öldürülmüş. Aralarında sırf kadınlar değil LGBTT bireyler de var. Sembolik olayları herkes hatırlayacaktır. Diri diri gömülen ya da defalarca polise “beni öldürecekler, kurtarın” diye başvurmasına karşın sonuç alamayan, sonuçta öldürülen kadınlar. Ve bahsetmeden geçilemeyecek bonus uygulaması. Belki sonunda ölüm yok ama devletin insan haklarına nasıl baktığını, cinsel hakların neden insan hakları olduğunu gayet iyi anlatıyor. Selçuk olayı bire bir yaşamış.
KIYAFET NORMLARI
“Bonus uygulaması İzmir’de şimdi İstanbul Emniyet Müdürü olan kişi tarafından başlatılan bir şey ve LGBTT bireyleri çok zorladı. Polis, kıyafetiyle farklı görünen birine ceza yazıyor.” Selçuk da o gün şortla yakalanmış ekip otosuna; “artık modaya uymayan kimi görürse ceza yazıyor. O gün de aralarında şöyle konuşuyorlardı, ‘iki tane yazdık, bunu da yazalım, bonus!’ Ben onların gözünde kalbi olmayan bir objeyim. Oysa çıktığım yerde bir sürü insan vardı. ‘Sen Türkiye’nin kıyafet normlarına uymuyorsun’ diye cevap veriyor. Şortun yazlık bir giysi olduğunu anlayabilmiş değiller henüz. Her seferinde durduruyorlar, ‘üstündeki boxer’ diyorlar. İçimdeki donu gösterince ancak ikna oluyorlar.”
Selçuk, LGBTT bireylere yönelik şiddetin çok daha görünür ve meşru olması yüzünden kendilerinin de savundukları haklarının arkasında çok daha bilinçli durabildiklerini söylüyor. Ancak şiddeti daha fazla yaşamak herkesi bilinçli yapmıyor. Yalçın’ın da dediği gibi hâlâ çok sayıda homofobik eşcinsel var. Bir sürü kadın hâlâ koca dayağını sineye çekebiliyor. Ya da LAMBDA’ya gelen bir transseksüel “sadece trans haklarını savunurum gerisi beni ilgilendirmez” diyebiliyor.

Cinsel kalıplar her yerde
Cinsel ihlallerden bahsederken eninde sonunda karşımıza çıkan büyük sorun şiddet. Her ne kadar cinsel hiyerarşinin tepesinde yer alsa da, güçlenen sağ politikalar ve militarizm tarafından beslense de heteroseksist erkek cinselliğinin de sorunsuz olduğunu söyleyemeyiz; en azından Türkiye için. Şişirilen cinsel ego, erkek cinselliği için sonuçta pek ölüm getirmiyor ama onur kırcı deneyimler ya da çelişkili bir karakter olarak etrafa yansıyabiliyor. Cinsel ihlaller için gereken şiddeti ortaya çıkaran da bu olsa gerek. Bahsettiğimiz sırf tecavüz değil. Kadının eve kapatılması, her an dayak tehdidiyle yaşaması ya da birilerinin “üç çocuk yapın” diyerek kadın bedenleri üzerinde topluca söz hakkı edinmesi de sembolik şiddet örnekleri. Zeynep Özdal, “Sosyal yaşamın her noktasında cinsel normlar bellidir” diyor ve devam ediyor, “otobüste bile bacağını ne kadar açacağın bellidir. Cinsel yönelimde o kimlik çok hassas. Milliyetçilik bile bunun üzerinden yürüyor. O yüzden devlet kanallarında eşcinseller için ‘hasta bunlar’ gibi açıklamalar gelebiliyor.” Ancak bu sırf devlet mekanizmalarıyla tarif edilecek bir şey değil. Selçuk’un dediğine göre sınıflandırma ve normlar LGBTT bireyler için bile aşılması zor kalıplar. “Bir arkadaşımın yaşadığı deneyimi anlatayım. Biri ondan hoşlanıyordu ve şöyle dedi, ‘biliyorum senin bedenin erkek ama ruhun kadın.’ Onun bedeninin de ruhunun da erkek olduğunu ve bedeni de ruhu da erkek olan birinden hoşlanabileceğini anlayamıyor.”
Selçuk belki haklı ama şu da bir gerçek. Dünya heteroseksist bir tasarım harikası aslında, Müslüman ya da bir başka din fark etmiyor. Cinsel hiyerarşinin alt tabakasına hapsedilen kadınlar ve LGBTT bireyler için de cinsel hak ve özgürlükleri için alan yaratmak bir hayli zor. Yine de Selçuk’un verdiği örnek zorlukların ne kadar kırılgan olabileceğini iyi anlatıyor. “Polisler sık sık LGBTT bireylerin gittiği mekânları basıyorlar ve orada 400 adam görünce şaşırıyorlar. Çünkü bekledikleri makyaj yapmış kadına benzeyen eşcinseller ve onları yola getiren bir tane adam. On dakika durmadan oradan gidiyorlar, kimse de onları takmıyor.” l


Devlet bizden kaçıyor...
- Cinsel hak arama çalışmaları ne yönde ilerleyecek?
Sezen Yalçın: Durum değerlendirmesi yapmak için bile çok gerideyiz. Konuyla ilgili bilgi üretip, eksikleri tespit ederek bu alanda çalışmak isteyen grupları desteklemekten başlamayı düşündük. Kolektif olarak bir araya gelip yolun tartışılarak bulunacağı bir alan.
Selçuk: LAMBDA olarak bayağı bir katılımcıya ulaşıyoruz. Bilinçlenen LGBTT toplumu içinde “Queer” isimli bir oluşum daha var. LGBTT dernekleri cinsel kimlik ve yönelimleri tartışmak istiyor. Devletin de desteğiyle paneller organize edilebilir. Fakat devlet hep kaçıyor. Çünkü LGBTT haklarını savunmayı Avrupa özentiliği olarak görüyorlar. Bir de ordunun pembe teskere vermek için uyguladığı iğrenç bir sistem var. Cinsel ilişki anında görüntü ve ondan zevk aldığını ispatlamanı istiyorlar. Bu yüzden dünyanın en büyük eşcinsel porno arşivi TSK’de olmalı.
- Bir de aile grubunuz var sanırım?
Selçuk: Yeni ama çok fazla katılım var. Ilgaz da grubun en genç üyesi.
Ilgaz: Gruba LAMBDA’ya girdikten iki hafta sonra yöneldim. Önce annemle gelmiştim. Onlara açılmadan önce de ailem bu konularda açık fikirliydi. Hiç homofobik bir söylemlerini duymamıştım. Bunun bir hastalık olmadığını biliyorlardı. Şimdi saklama gibi bir durumum olmadığı için daha rahatım.
S. Yalçın: O kadar çok normla büyüyoruz ki, insanların cinsel kimliğini fark ettiği okul dönemi çok travmatik olabiliyor. Birinin yanında olması çok önemli. Konuşmak da her zaman çözüm değil. Aİlesine açılıp öldürülen insanlar da var.
Zeynep Özdal: Aile desteklese okulda başka bir şey yaşıyorsun.
Ilgaz: Okulda kendi cinsel deneyimimle ilgili olmasa bile bir kadın olarak cinsellik hakkında konuşmam garip karşılanıyor. Alay konusu olabiliyorum.

Tecavüz artık fantezi haline geldi
- Tecavüz konusu “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisiyle gündeme geldi. Medya ve toplumun tecavüze bakış açısı sizce nasıldı?
Sezen Yalçın: Bir kere yer alış biçimiyle çok fetişleştirici bir hal var ve medyanın çok sorumsuz davrandığını düşünüyoruz. Kanunda tecavüz suç sayılsa da toplum gözünde bir şekilde dizisinin çekilmesi, gülüp eğlenilebilesi bir şey haline gelmesine engel olmuyor.
Zeynep Özdal: Orada asıl mesele bir kadına tecavüz edilmesi ve kadının tecavüzcüsüyle evlendirilmesi gibi bir durumken insanları cezbeden bir fantezi haline getirildi. Bir süre sonra rolü oynayan kadına tacizler başladı, şişme bebeği çıkarıldı. Tecavüzü yaşayan kadını seksapelitesiyle gösteriyorsan seks malzemesi haline gelir.
S. Yalçın: Amaç dizi kritiği değil ama mağdur kadının çevresindeki namusu kirlenen erkekler olarak gösteriliyor. Bence bu toplum yargılarına da hitap eden bir işaret.

Der Spiegel olmasa bir şehir efsanesi daha yıllarca konuşulacaktı. Alman dergisinin, “General için pornolar” başlıklı haberinde Türkiye’deki eşcinsellerin askere fotoğraflı, videolu belge sunması istendiği yazıyordu. Türk basınında bu haber, TSK’nın yalanlamasıyla gündeme geldi. Böylece TSK, tarihinde ilk kez eşcinsellikle ilgili görüş belirtmiş oldu.
TSK, dergiyi Alman Basın Konseyi’ne şikayet ederken, Türk basını “Dünyanın en büyük porno arşivi TSK’da” gibi başlıkların dışında içeriğe pek itibar etmedi. Bu arada AB Komisyonu’nun raporunda da “TSK’nın eşcinselliği bir hastalık olarak gördüğü” ifadesine yer verdiği ve sivil toplum örgütlerinin fotoğraflı belgeden bahsettikleri ortaya çıktı. 
Merak edip Spiegel’de yayınlanan haberin orijinalini okudum. Haberde, ismini vermeyen iki kişinin yanı sıra bir kişi, başına gelenleri açık seçik anlatıyor. Ayrıca Lambda, avukatlar ve ismini vermek istemeyen bir psikiyatristin görüşleri de yer alıyor.
Tek yanlı analiz mi?
İlginçtir, buna rağmen haberi verenler “tek yanlı bir analiz” ve “eşcinsellik konusunda Türkiye’yi yargılayıcı” gibi yorumlar eklemişti... Herkes Türkiye düşmanı ya! Habere ve tartışmalara dair dikkat çekenler şöyle:
- Spiegel’deki haber, sadece TSK’yı eleştirmiyor. “21. Yüzyıla, AB’ye üye olmaya çalışan bir ülkeye yakışmayan bir hikaye... Erdoğan’ın muhafazakar iktidarını, eşcinseller konusundaki tavrının ne olduğunu bir kez sorgulatan bir öykü...” deniyor.
- TSK, ‘üst kademe ile porno’ kelimelerinin ilişkilendirmesine fena halde içerledi. Ancak haberdeki asıl unsuru, yani eşcinselliğin bir hastalık olarak görüldüğü kısmına dair yorum getirmedi.
- Eşcinsellerden belge istendiği, yıllardır konuşulur. Üstelik bu konuda haber de yapıldı. Fakat kol kırılır yen içinde kalır misali, TSK hiçbirine şimdiye dek cevap vermedi. Ta ki Alman basınında gündeme gelene kadar. 
- Atlanan bir ayrıntı daha: ‘Cinsel bozukluk’ teşhisiyle askere alınmayanların, işe alınmama riskleri var. Diğer taraftan da eşcinselliğini gizleyerek askere gidenlerin başına gelenlerle ilgili anlatılan korku hikayeleri...
- Haberde ismini açıklayan tek kişi, Mehmet Tarhan. Kürt ve eşcinsel olduğunu saklamayan Tarhan, cinsel kimliğini deşifre etmek yerine vicdani retçi oldu. TSK soruşturma açtı ve dört yıl hapis cezası istendi. Bir yıl hapis yatan Tarhan, vicdani retçilerin sembol isimlerinden. Ancak necip basınımızda Tarhan da itinayla görmezden gelindi. Temel haklar?
Farklı tanıkların şahitliklerine rağmen, TSK’nın eşcinsellerden görüntülü belge istemediğini ve tüm bunların uydurulmuş hikayeler olduğunu varsayalım... Yine de devletin eşcinsellikle ilgili ciddi sorunları olduğunu hiçbirimiz inkar edemeyiz. Aile Bakanı’nın eşcinsellik yorumları hâlâ kulaklarımızda çınlıyor. 
Beğenin beğenmeyin, Alman gazeteci eleştirilerinde haklı. Türkiye, cinsel tercihleri yüzünden hâlâ aşağılanan, ömür boyu damgalanan, hırpalanan insanlarla dolu. Temel haklar konuşuluyor ya, başörtüsü özgürlüğü filan... Biraz da meseleye buradan bakalım o zaman. 


RAPOR SONRASI ÇiLE BiTMiYOR
A.A, ‘D/17 F4’ koduyla aldığı raporu KAOS-GL dergisinde şöyle anlatıyor:
- Bu raporu seneler önce ben de aldım, almaz olaydım. Hep iyi tarafından bakmayın olaya. Raporu alıncaya kadar çekilen çile ayrı, rapor alındıktan sonra hayat boyu çekilen çile ayrı.
- Feminen bir tip değilim. Hiç belli etmeden askerlikte yapabilirdim. Ama oradaki ortam askerlik yapamayacağım kanaatine vardırdı beni.
- Aynı süreci bende yaşadım, psikiyatri servisinde 15 gün anal muayene, ilişkide çekilmiş resim, minesota kişilik testi ve çürük raporu elimde.
- Asıl olay bundan sonra. Gecenin bir vakti, elinde raporla Suriye sınırında bir karakol kapısında kendini bulan biri. Ve hayatı boyunca karşısına çıkacak bir kağıt parçası. Yeni bir iş mi arıyorsun?, Fabrikaya mı başvuracaksın? Dua et de terhis belgesi istemesinler!


Kaynak

Onlar “Adı yok, küfrü var” parçamız bizim… Sürekli saklanmaya; evde, okulda, işte, sokakta, askerde, hatta yatakta “miş” gibi yapmaya zorlanan arkadaşlarımız bizim. Kimimizin kardeşi belki, kimimizin çocuğu, hatta belki babası, belki de kocası kimimizin… İçimizden en eşitlikçi görünenin, ayrımcılığa karşı en fazla konuşan, yazan, çizenimizin ağzında bile, hakarete dönüşmek an meselesi onlar için. Ayıplanmaya, aşağılanmaya, “anormal” muamelesi görmeye en çok alışıp alıştırdıklarımız onlar; cehaletimizin, husumetimizin, hiddetimizin, hoyratlığımızın, vahşetimizin, şiddetimizin en popüler nesneleri. Onlardan birinden, Anadolu’nun küçük kadim bir ilçesinde yaşayan eşcinsel bir erkekten mektup aldım üç gün önce. Cevap yazdım; sonra bir mektup daha aldım. Onun izniyle, çok özel bazı bölümleri hariç tutarak, adını adresini kendime saklayarak, o mektupları yayımlıyorum bugün… İyi bayramlar.

“ÖNCE İLİŞKİ, SONRA…”

“Otuz üç yaşında bir eşcinselim. Doğdum doğalı hep bu memlekette yaşadım… Yasemin Hanım, 12 Kasım tarihli gazetedeki “Cinsel şiddet cehennemi” başlıklı yazınız ve ondan önceki diğer yazılarınızla Fethiye’de tecavüze uğrayan genç bir hanımın dramını biz okurların dikkatine sunarak vicdanlarımıza bir kere daha hitap ettiniz... Daha önceden size yazma kararı almış ancak bunda biraz ağır davranmıştım, Fethiye’de yaşanan o üzücü olaydan sonra kesin yazmak istedim. Yasemin Hanım, Türkiye’de ‘gay’ olmak öyle zor ki, sizin beni dinleyerek birazcık da olsa derdimize, sıkıntılarımıza kulak kabartacağınızı düşündüm. Sorunlarıma kimse çare bulamaz, ancak anlatarak biraz rahatlamak istiyorum. Birkaç köşe yazarına bunları yazmayı denedim maalesef kimse oralı olmadı…

Her mağdurun, ezilenin, azınlığın, zavallının yanında olan Taraf Gazetesi’nin bizim de sesimize kulak vermesini istiyorum. Beni ailem ve iş çevrem bilmiyor. Küçük bir kentte yaşamak zorunda olduğumdan hep gizli kalmak zorundayım. Öyle şeyler geldi ki başıma yerimde kim olsa dayanamazdı. Benim tam dört defa cep telefonum gasp edildi. Bir kaç kere dayak yedim, paramın alındığı günler de oldu. İnsanlar ‘gay’lere karşı öyle igrenç komplolar kuruyorlar ki, insan olduğunuzdan utanıyorsunuz. Önce cinsel ilişki yaşıyorlar, ilişki sonrasında üzerinizde ne varsa gasp ediyor ve dayak atıyorlar.

Hiçbir zaman heteroseksüeller gibi olamadık, yüzümüze karşı veya arkamızdan i..ne, .op, yumuşak vs. ne laflar edilir, ne alaylar yapılır da biz sesimizi çıkaramayız. Ben on beş yasımdaydım intihara kalkıştım ancak içtiğim hapları pişman olarak tekrar çıkardım. Şimdi intihar etmeyi o kadar çok istiyorum ki maalesef buna Allah inancım engel oluyor. İntihar İslam’da yasaklanmıştır.

“ERSOY BANA NECİ”

Benden küçük dört tane kardeşim var, iki kız bir erkek kardeşim evlendi, çoluk çocuk sahibi oldular, bizim buralarda insanlar erkenden evlendirilirler, bana evlenmem için ailemden ve çevremden öyle baskı yapılıyor ki artık tahammül edecek durumum kalmadı.

Büyük şehirde yaşamak isterdim ancak bunun için şartlarım da uygun değil. İyi bir mesleği olan kalifiye eleman değilim, burada asgari ücretle ancak geçiniyorum. Büyük şehre gidecek olsam fuhuş yapmak zorunda kalacağım, o iş de çekilir gibi değildir, geceleri öldürülmek var, gasp edilmek var, dayak var vs.... Yani neresinden tutarsanız tutun biz ‘gay’ler adeta cehennem hayatı yaşıyoruz. Türkiye’de Bülent Ersoy gibi tuzu kuru bir kaç eşcinsel-transseksüel var ki haklarımızı elde edebilmemiz için yaşamları boyunca hiçbir çabada bulunmadılar, bize yol açmadılar, “bana neci” oldular. Bülent Ersoy bu halk sayesinde para kazandı ün kazandı, ama hakkını ödemedi. Bir ‘gay’ olarak ona hakkımı helal etmiyorum...

Yasemin Hanım, lütfen beni anlayın, lütfen Taraf Gazetesi bizleri unutmasın, medyada tek umudumuz sizsiniz, ancak yayına başladığınız ilk günlerden beri bize gerektiği gibi alaka göstermediniz. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, başörtülüler, ‘gay’ler, bizler hep kardeşiz, n’olursunuz bizi unutmayın, sesimize ses verin. Nefes alamıyor gibi oluyorum bazen. Bari siz hatırlayın Yasemin Hanım...

“HASTA DEĞİLİZ Kİ”

Uzmanlar, “Cinsel eğilim, öğrenmeyle gelişmez. Bir insan ya doğduğunda eşcinseldir ya da değildir” diyorlar. New York’taki bir enstitünün araştırmasına göre ise cinsel yönelim doğumdan önce ya da doğumun ilk haftalarında ortaya çıkıyor. Yani tıp biz eşcinselleri hasta olarak kabul etmiyor. Zaten 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkartmıştır.

Ancak tıp eşcinselliğe “hastalık değil” dese de, Türkiye’de yasalar eşcinselliği yok sayıyor, hastalık olarak kabul ediyor. Doğrudan eşcinsellikle ilgili hiç bir yasa, tüzük, düzenleme maalesef yok. Sadece Anayasa’nın 10. maddesi; “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” der, ama maalesef bunu yeterli görmüyorum. Mesela biz eşcinsellere yönelik nefret suçları toplumumuzda oldukça yaygındır, ancak bu suçlara verilen cezalar caydırıcı değildir. Çünkü suçu işleyen kişi yakalanır da mahkeme önüne çıkarsa homofobik nedenlerden dolayı cezasında indirime gidilmektedir. Anayasada eşcinsellik zikredilerek korunma altına alınsa bu nefret suçlarını işleyen kişiler, anayasal suç işlemiş olacaklarından cezaları da caydırıcı nitelikte olur düşüncesindeyim.

“İLK RET AİLEDEN”

Dünyanın her ülkesinde insanların yaklaşık yüzde 10’u ‘gay’dır. Avrupa gibi kişisel hak ve hürriyetlerin daha çok önemsendiği ülkelerde eşcinseller, Türkiye’ye nispeten kendilerini daha rahat ifade edebilmekte, ailelerine, yakınlarına açılabilmektedirler. Ancak bizim ülkemizde açılma söz konusu olduğunda eşcinsel kişiyi ilk reddedeceklerin başında maalesef aile gelmektedir… Toplumumuzda heteroseksistlik, yani heteroseksüellik cinsel yaşamda norm olarak kabul edilmektedir. Türk Medeni Kanunu’nda eşcinsellik boşanma sebebi olarak kabul edilmektedir. Eşcinsel olan eş sırf bu gerekçeyle evlilik içerisinde kusurlu sayılmaktadır. Askere gitmek istemeyen eşcinseller çok aşağılayıcı bir muameleye tabi tutulmaktadırlar. Eşcinsel gençlerden rapor alabilmeleri için eşcinsel olduklarını belgeleyen görüntü ve fotoğraf istenmektedir. Ben bu sebepten dolayı hiç istememe rağmen on beş ay askerlik yapmak zorunda kaldım.

“BEŞ ÖNERİM VAR”

Ben naçizane neler yapılması gerektiğini bir kaç madde ile sıralayayım:

1) Her şeyden önce Anayasa’da evlilik dâhil tüm eşcinsel hakları güvence altına alınmalı,

2) Devlet ameliyat ücretini karşılama imkânı olmayan transseksüellerin ameliyat ücretlerini karşılayarak onların topluma hızla entegre olabilmelerine destek olmalı,

3) Askerlik Kanunu’nda yapılacak değişiklikle askerlik yapmak istemeyen ‘gay’lerin ‘gay’ olduklarını beyan etmeleri yeterli kabul edilmeli. Kişinin ‘gay’ olup olmadığı uzman psikiyatrlar tarafından sorulacak sorularla zaten anlaşılacağından video görüntüsü veya fotoğraflar ile ‘gay’ olduklarını ispat etmelerini istemekten vazgeçilmeli,

4) Lambdaİstanbul Derneği ahlaka ve aile yapısına aykırı bulunarak mahkemece kapatılmıştı, ancak bir üst mahkeme derneğin faaliyetlerine tekrar izin verdi. Eşcinsel haklarını savunan bu tür sivil toplum örgütlerinin çalışmalarında gerekli kolaylıklar sağlanmalı,

5) Bülent Ersoy gibi, Cemil İpekçi gibi, Murathan Mungan gibi, sanat ve edebiyat aleminden tanınmış gay-transseksüel ünlüler eşcinsel haklarında verilen mücadelelere önayak olmalı, sivil toplum kuruluşlarının girişimlerine, mücadelelerine destek vererek heteroseksüel çoğunluğun zihinlerindeki olumsuz tutumu, homofobik duyguları yok etmeye yönelik çabalar sarfetmeli.

“EL ELE TUTUŞSAK”

Bülent Ersoy aklıma gelince çok kızgın oluyorum. Kendisini çok seven bir hayranıyım. O bu ülkede ün ve para sahibi oldu. Ancak öylesine bencil birisi imiş ki, eşcinseller için kılını bile kıpırdatmadı. Eğer istese İDİ, bugün Türkiye eşcinsel hakları hususunda çok mesafe kat etmiş olacak idi. Ersoy otuz beş yıldan beri ‘gay’ haklarına önderlik etseydi bugün arkasından gelen biz ‘gay’ler acınacak halde olmazdık... Biz bu ülkede vergi veriyoruz, askere gidiyoruz, devlete olan tüm yükümlülüklerimizi yerine harfiyen getiriyoruz ancak sevdiğimiz insanla bırakın evlenmeyi, sokakta el ele bile tutuşamıyoruz.

Taraf gazetesi yazacak değil ya, haber Avrupa’nın en çok satan ve en saygın haftalık dergilerinden biri olan “Der Spiegel’den” geldi. Ben ise, yıllar önce yazmıştım:  “eşcinsellerin askerlikten muaf olmak için, eşcinsel olduklarını fotoğraf ya da görüntüyle kanıtlamaları” isteniyor diye. Genelkurmay Başkanlığı’nın Alman Basın Konseyi’ne gönderdiği ve derginin iddialarını yalanladığı cevabında: “Eşcinsel olduğunu beyan edenlerden kesinlikle durumunu belgelemek maksadıyla fotoğraf veya görüntü istenmemektedir. Kişi, fotoğraf veya görüntü getirse bile bunlar askerliğe elverişlilik kararında kesinlikle dikkate alınmamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu tarz fotoğraf ve görüntüleri arşivlediği iddiası ise, kesinlikle doğru değildir.” diyor. Biraz önce kahve içip ayrıldığım bir arkadaşım, dört sene önce askerlik için eşcinsellik beyanı yaptığında, sevk edildiği askeri hastanenin, ondan eşcinsel olduğunu ispatlamak için fotoğraf getirmesi gerektiğini söyleyen psikiyatrına “Ne fotoğrafı?” diye sorduğunda; askeri doktorun çekmecesini çekip onlarca pornografik fotoğrafı masanın üzerine fırlattığını anlattı. Sadece benim bildiğim, tanıdığım yine onlarca genç, eşcinsel oldukları için askerlikten çürük raporu almış, ellerine tıp biliminin kabul etmediği “psikoseksüel hastadır” diye belgeler tutuşturulmuş ve kimlikleri “askerliğe elverişsizdir” diye damgalanmış, aramızda yaşıyorlar.

Hiç şaşırmadım. Bu gazete durup dururken “Yesinler birbirlerini” diye, başlık atmadı. “Eşcinsellik biyolojik bir hastalıktır” diyen Bakan Hanım, gururla koltuğunu koruyor. Başbakan tarafından, “Özgürlükçü yeni anayasa yazmakla” görevlendirilmiş Anayasa Komisyonu Başkanı, homofobisini ifşa ettim diye, bunu hakaret kabul edip beni Cumhuriyet Başsavcısı’na, hakaret davası açması için şikayet etti! Homofobi ve transfobi söz konusu olduğunda bütün duyarlılığını unutup orduyla, iktidarla el ele basınımızın hali meydanda. Bu ülke insan hakları konusunda ordusuyla, iktidarı ile, basınıyla Vatikan çizgisini çok kararlı bir şekilde koruyor.

Kaynak

  Ben bir gay’im, benimle çürük raporu almaya gelir misin?
26 yaşında bir gay’im. Moda sektöründe çalışıyorum ve uzun süredir asker kaçağıyım. Size sormak istediğim şu: Acaba, Askeriye’ye rapor almak için giderken bana eşlik edebilir misiniz? Çünkü gerçekten yaklaşımları nasıl olacak bilmiyorum. Korkuyorum ve utanıyorum, önyargısız birinin gelmesini istiyorum. Acaba bu, siz olur musunuz? Ailemden biriyle gidemem, maalesef gelmek istemezler. (Burak N.)
-  Mail’inizi okur okumaz, “Evet” demek geçti içimden, ama sonra sizi heveslendirip yarı yolda bırakmak istemedim, ben bir orada, bir buradayım. Gideceğiniz zaman bir mail atın, İstanbul’daysam size mutlaka eşlik ederim.
 Tamamı İçin
Ayşe Arman

Plüton gibi.
Milyonlarca ışık yılı ötede.
Bana değmez, işim olmaz.
Öyle hissediyordum.
Orada, siyah insanların yaşadığı bir kıta var, evet o insanlar zor durumda, biliyorum, duyuyorum, okuyorum ama yapabileceğim hiçbir şey yok.
Arada Bob Geldof’lar, Bono’lar yardım konserleri düzenler.
Rahmetli Lady Di’nin çocukları gider ziyaret eder.

YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)
Mahalle baskısı üstüne birkaç yıl önce Binnaz Toprak’ın çalışması epeyi yankı uyandırmıştı. Toprak’a saldıranların çoğu muhafazakârların büyük devrimlere hazır olduğunu, Kemalist statükonunsa bu gelişimi baltalamak için binbir dereden su getirerek paranoya körüklediğini savlıyordu.
Kemalist statüko ve yandaşlarının kör inkarcılığının ayna yansıması, liberal acilcilerde de görülüyordu. Görülüyor hala. Muhafazakâr devrimcilerle kol kola demokrasi yolunda hızdan başı dönmüş liberallerin muştuladığı yeni dünyaya çok uzağız elbette. Geçenlerde patlak veren televizyon dizilerindeki ahlaksız cüretkarlık tartışmaları tam da zamanında yetişti.
Öncelikle Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisindeki tecavüz enine boyuna didiklendi. Aile saatinde yayınlanmış olması muhafazakârları öfkelendirdi. Seyircinin özellikle o sahneye göstermiş olduğu yoğun merak kimilerince ahlakın çöküşü-kadının metalaştırılması gibi farklı başlıklar altında tartıldı.
“Kötü örnek olabilir”ciler ayağa kalktı. Bu toplumun fevkalade yaygın bir sorunu olan tecavüzün televizyonda “canlandırılması”, inkarcıların canını sıkıyor elbet. Onlar, kahraman erkeklerin yanpiri yürüyüşlerini, silahları ve raconlarıyla dünyayı düzene sokmaları karşısında itiraz yükseltmeyenler. Sıradan, normal şartlar altında başrollerde oynayacak eli yüzü düzgün oyuncuların, “iyi aile çocuklarının” toplu tecavüzü, elbette bu toplumun yüzleşmekten korkacağı bir gerçekliktir.
Ama doğal sansürcüleri çileden çıkaran, bir erkek kahramanlığı dizisinde, kötü taraftan iki erkeğin yatakta “yarı çıplak” görünmeleriydi.

Bizim oralarda Allah homolardan nefret eder
Oray Eğin



Laramie, Wyoming. Nüfus 27,204. Kışları uzun, yazları kısa. Temmuz ayında hava sıcaklığı ortalama 18 Co civarında. Yıllık ortalama 104 cm kar düşüyor. İki dağın arasına sıkışmış bir şehir.

Matthew Shepard, Laramie yakınlarında doğdu. Casper'da. İki erkek kardeşten büyüğü. Wyoming Üniversitesi'nde siyaset bilimi okumaya başlıyor.

'İyi niyetli, herkesle kolay ilişki kurabilen, kolay ulaşılabilen ve sürekli kendisini aşmak isteyen yapıda biriydi' diye tarif ediyor babası oğlunu.
1995 yılında okulla birlikte Fas'a gittiklerinde Shepard'a tecavüz edip dövüyorlar. Bu olayın ardından depresyona giriyor, panik ataklar başlıyor. Arkadaşlarından biri depresyonun onu uyuşturucuya sürüklediğinden yakınıyor. Başka bir arkadaşına da HIV pozitif olduğunu ve hatta intiharı düşündüğünü söylüyor.

İşte Oray Eğin’in tartışma yaratan eşcinsel görüntülere destek yazısı….

Kimse kızmasın, Osman Sınav'ı kutluyorum

Türkiye'nin bu süreçten gecikmeli de olsa artık geçmesi gerek... Daha fazla eşcinsellik yokmuş gibi davranılamaz. Toplumsal bellekte ve algıda eşcinselliğin 'Kuşum Aydın' stereo-tipini aşması gerekiyor. Türkiye muhafazakârlaşsa da, baskı rejimi oluşsa da suyun akacağı yön bellidir: Türkiye televizyonlarında, popüler kültüründe, gazetelerinde eşcinsellik yokmuş gibi davranamaz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.