Bizim oralarda Allah homolardan nefret eder
Oray Eğin



Laramie, Wyoming. Nüfus 27,204. Kışları uzun, yazları kısa. Temmuz ayında hava sıcaklığı ortalama 18 Co civarında. Yıllık ortalama 104 cm kar düşüyor. İki dağın arasına sıkışmış bir şehir.

Matthew Shepard, Laramie yakınlarında doğdu. Casper'da. İki erkek kardeşten büyüğü. Wyoming Üniversitesi'nde siyaset bilimi okumaya başlıyor.

'İyi niyetli, herkesle kolay ilişki kurabilen, kolay ulaşılabilen ve sürekli kendisini aşmak isteyen yapıda biriydi' diye tarif ediyor babası oğlunu.
1995 yılında okulla birlikte Fas'a gittiklerinde Shepard'a tecavüz edip dövüyorlar. Bu olayın ardından depresyona giriyor, panik ataklar başlıyor. Arkadaşlarından biri depresyonun onu uyuşturucuya sürüklediğinden yakınıyor. Başka bir arkadaşına da HIV pozitif olduğunu ve hatta intiharı düşündüğünü söylüyor.



7 Ekim 1998. Matthews Shepard o gece iki erkekle tanışıyor. Aaron McKinney ve Russell Henderson. Çocuklar, Shepard'ı arabaya davet ediyorlar. Eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra da önce üzerindeki her şeyi çalıyorlar, ardından dövüyorlar, işkence yapıyorlar ve sonunda onu ıssız bir bölgede bir çite bağlıyorlar. Öylece... Ölmeye... 18 saat sonra önce gördüğünü korkuluk sanan bir bisikletçi tarafından keşfediliyor. Shepard'ı komada buluyor. Darbeler beyninde ciddi hasar yaratıyor, yaşam fonksiyonlarını engelliyor.

Yoğun bakıma alınıyor. Ama bir daha bilinci yerine gelmiyor. 12 Ekim saat 00:53'te ölü ilan ediliyor.

Shepard'ın ölümü Amerikan toplumunun kendi kendini sorgulamasına kötü bir vesile oluyor. Oluşan kamuoyu baskısı, bu ölümün ve davanın kitleselleşmesi kamuoyunda 'nefret suçu' kavramının oluşmasını, sonunda da yasalaşmasına yol açıyor.

Shepard'ın 'kanını yerde bırakmayan' isimlerse birkaç cesur adam. Önce 'The Laramie Project' adında pek çok ünlünün de yer aldığı bir film çekiliyor. Elton John'la ebedi söz yazarı Bernie Taupin kafa kafaya verip 'American Triangle' diye muhteşem bir şarkı yazıyor bu olay üzerine...

Ve popüler kültür devreye giriyor. Eşcinselliği kamuoyu gözünde de normalleştirmek, özgürleştirmek için değişik kanallardan uğraşılıyor. 'Dawson's Creek' adlı gençlik dizisindeki karakterlerden biri TV tarihinde ilk kez açıkça gay olduğunu açıklıyor. 'Ally McBeal'de Lucy Liu bir kadınla öpüşüyor. Başrolünde bir gay karakterin olduğu ilk sit-com olan 'Will and Grace' yayınlanmaya başlıyor ve başarıya ulaşıyor. Madonna 'American Pie'ı seslendiriyor ve gay temalı bir film çekiyor. Julia Roberts bir gay'in en iyi arkadaşını canlandırıyor. 'In&Out' türü komediler yapılıyor... Kasabada gizli bir eşcinsel aşkı ve zulmü anlatan 'Brokeback Mountain' Oscar adayı oluyor ve heykelciğe çok yaklaşıyor. Şimdi bütün gücünü gay altkültüründen alan 'Glee' ülkenin en beğenilen dizilerinden biri oluyor.

Laramie'deki tek bir cinayet toplumun dönüştürülmesi, özgürleştirilmesi için işaret fişeği oldu.

Türk televizyonlarında eşcinsellik her zaman mevcuttu. Zeki Müren mini eteği ve apartman topuğuyla sahneye çıktığında daha cinsel özgürlük hiçbir ülkede telaffuz edilmiyordu. Bu ülkede Bülent Ersoy ezan bile okudu albümünde. Huysuz Virjin yıllarca televizyonlarda şov programları yaptı. 'Kuşum' Aydın sabah kuşağına oturdu.

Ancak bugüne kadar eşcinsellik hiçbir zaman 'leitmotif' olmadı, dahası hiçbir zaman vurgulanmadı. Zeki Müren'in eşcinselliğinin bile altı çizilmedi, toplum onun binlerce kadınla beraber olduğuna bile inandırıldı.
Vurgulanmadıkça, üstü kapalı bir şekilde geçiştirilince, altı çizilmedikçe hiçbir problem yok.

Ama ilk defa göstere göstere bir eşcinsel sahnesi yayınlanıyor Türkiye'de ve kopan kıyamete bakın. Çirkinlikmiş, sapıklıkmış, ahlaksızlıkmış. İnsan bilmediğinden korkar ya...

Elton John şarkısında 'Bizim oralarda tanrı ibnelerden nefret eder' diyor, 'Yol ileride ikiye ayrılıyor / Cehalet ve masumiyete.'
Türkiye kendi Laramie cinayetlerini yaratmakta ve kurban vermekte epey sabıkalı bir ülke zaten. Bu diziye tepki gösterenler yeni Laramie'ler için altyapı hazırladıklarının farkında değil. Bir tek dizinin nasıl dönüştürücü bir etkisi olabileceğini, bu sahneyi hoşgörmenin, devamını desteklemenin gerçek özgürlük olduğunu görmüyorlar.

İzmir'e, İstanbul'a, bana, size pek bir anlam ifade etmeyebilir bu diziler, bu sahneler. Ama günün sonunda en azından diyelim ki Konya'da, Sivas'ta, Niğde'de eşcinsel olan, eşcinsel olduğunu bilen, eşcinselliğini yaşamak isteyen birileri bunun korkulacak, utanılacak bir şey olmadığını zamanla anlamaya başlar.

Bırakın bu insanlar küçük kent zulmünden, küçük insanın faşizminden sıyrılsın. Kafaları kırılma, mahallenin delikanlılarından dayak yeme, bir çite bağlanıp ölüme terk edilme, reddedilme, dışlanma, öldürülme korkusu olmadan yaşayabilsinler.

Kendilerine özgürlükçü diyenler bunun önünde duruyor işte. Çünkü özgürlüğü sadece kendileri için istiyorlar. Bir dizideki masumane bir sahneye verilen tepkiye bakıyorum ve korkuyorum. Hala 'Bizim oralarda Allah homolardan nefret eder' söylemini aşamamışlar.
'Demokratlar' Türkiye'nin Laramie cinayetlerine altyapı hazırlıyorlar.


'Girişimci gazetecilik' geliyor
City University of New York bu yıl ilk kez yeni bir yüksek lisans programı açıkladı: Entrepreneurial Journalism, dümdüz çevirirsek 'Girişimci gazetecilik' diyebiliriz. Üniversite, iletişim fakültesinde bu başlıkta bir ders veriyordu ama şimdi 18 aydan 24 aya uzanan bir master programıyla alanı genişletiyor.

Ne mi öğreniyorsunuz 'Girişimci Gazetecilik' bölümünde?
Gazeteciliğin sadece haberden, yazıdan ibaret olmadığını ilk başta. 'Business' ve teknolojiyle beraber ilerleyen bir model üzerinde çalışılıyor ve hatta New York'ta yeni medya kuruluşlarının başlangıcı için altyapı hazırlanıyor.

Kısacası, okul gelecekte oluşacak bir medya modeline öğrenci hazırlıyor.
İnternet'in, pazarlamanın ve haberciliğin artık iç içe geçtiği yeni bir dönemi akademikleştiriyor. Huffington Post'un, Facebook'un, çeşitli blog'ların, İnternet sitelerinin akademik altyapısını hazırlıyor.
Kısacası, sektöre düşman değil bizzat sektörün şartlarına uygun öğrenci yetiştiriyor.


Bekir Coşkun olayı gösterdi ki...
- Her ne kadar korku olsa da, baskı olsa da, gerçek gazeteciler 'Aman girmeyelim, yazmayalım' denilen konulardaki boykotu bir şekilde kendi kendilerine kırıveriyor.
- Günümüzde patronlar katında hiçbir şey gizli kalmıyor.
- Medya hala kişisel hesaplaşmalarını ve çocukluk hastalığını aşabilmiş değil.
- Medyaya dışarıdan iliştirilmiş profesörler medyaya gazetecilik dersi vermekten çok hoşlanıyorlar.
- Rövanş ve 'Size gol attık' duygusuna karşı mağdurun birliği ve desteği de varmış.
- Cumhuriyet gazetesi bu sessizlik ve atıllıkta 50 binlik 'destek' tirajının üzerine çıkamazmış.
- Artık patronu, genel yayın yönetmenini de aşan başka güçler, dengeler söz konusuymuş.
- Bu devirde hiç kimsenin iş güvencesi yokmuş.
- Yazarlıkta ustalık, mesleki kıdem ve başarı tek başına hiçbir anlam ifade etmiyormuş.





Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.