Gizli Özne, bir televizyon dizisinde uzun süre rol alabilen ilk trans kadın, oyuncu ve şarkıcı olarak alkışlar alan ama cinsel kimliği dolayısıyla gündelik hayatta yaşadığı ayrımcılıkla baş etmeye çalışan,
hayatın her alanında kendisi olarak var olabilmek isteyen Ayta Sözeri’ye dair bir belgesel film…
Dünyanın ilk transeksüel oyuncak bebeği İngiliz aktivist Jazz Jennings model alınarak sınırlı sayıda üretildi. Temmuz ayında satışa sunulacak olan bebek, kolleksiyonerler için üretim yapan Tonner Dolls imzalı.
Jazz şanslı trans çocuklardan biri, ailesi durumu farkettiklerinden itibaren ona destek olmuşlar, öyleki Jazz'in yaşadıklarını başka çocuklar da yaşamasın diye Trans Çocuklar Mor Gökkuşağı Vakfı'nı kurmuşlar. Jazz'in çocuklar için hazırladığı ve hayat hikayesini anlattığı "I am Jazz" adlı bir kitabı bile var. 300Bin takipçili Youtube kanalında da deneyimlerini ve hayatını paylaşıyor.
Natgeo: Katie Couric Amerika’ya giderek alanında önde gelen bilim insanları, cerrahlar ve uzmanlarla cinsiyet kimliği üzerine soruları cevaplıyor. Hızlı bir şekilde değişen dünyada hayatlarını ve vücutlarını çizginin ötesine koyan sıradan insanlarla konuşuyor. Bu özel belgeselde bilimin,
politikanın ve kültürün cinsiyet kimliği üzerindeki rolü inceleniyor ve mücadele, anlayış, cehalet ve sevgi üzerine hiç anlatılmamış hikayeler ekranlara geliyor.
Belgeseli Katie Couric facebook hesabından paylaşmış. Eğer VPN kullanıyorsanız (Türkiye'den izlenme olasılığı yok) 🔗Natgeo'dan da izleyebilirsiniz.
16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterime girecek olan belgeselde Mersin’de seks işçiliği yapan Deniz adlı bir trans kadının maruz kaldığı nefret saldırısı işleniyor.
Belgeseli Gökkuşağı seçkisinde aramayın, Aşk & Başka Bi' Dünya'da gösterilecek.
Belgesel Özet: Deniz, Mersin'de yaşayan trans bir seks işçisidir. Sokakta seks işçiliği yaparken bir grubun nefret saldırısına uğrar. Bıçak darbeleriyle ağır şekilde yaralanmış, üstelik kaçmaya çalışırken arabanın altında kalarak bacağı kırılmıştır. Aynı evi paylaştığı Ece ve Esmeray'ın yardımlarıyla sağlığına kavuşmaya çalışırken bir taraftan da Türkiye'nin güney bölgesinin ilk LGBTİ örgütlenmesi olan Yedi Renk Derneği'nden aktivistlerle birlikte hak mücadelesini sürdürmektedir. Nefreti yenmenin bir yolu da gündelik hayatın içinde daha çok görünmek ve bu sayede toplum tarafından kabul edilmektir. Gacı Gibi, Mersinli trans, lezbiyen, gey, biseksüel aktivistlerin mücadelelerini, onları yakından tanımamıza şans vererek, sevgiyle anlatıyor. !f İstanbul
“Bana Öyle Bakma”
‘insanlar gök kuşağını oluşturan renkler gibidir…
ve her insanın yüreğinde taşıdığı renk kendi kaderidir.”
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden dolayı toplum tarafından damgalanan ve dışlanan iki kadının deneyimlerini anlatan belgesel, kimliklerinin kabul edilmesi sürecinde karşılaştıkları tüm zorlukları hayatlarından kesitlerle sunuyor.
*Belgesel gösterimi sonrası Çiğdem Karataş sorularınızı yanıtlayacaktır.
Gösterim mekanı: Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği Salonu. Adres:Halaskargazi Caddesi Tayyereci Mehmet Ali Bey Sokak Papatya Apartmanı No:1 D-2 Şişli/ İstanbul Tarih: 17 Şubat 2017 Saat: 19:30
*Etkinlik ücretsiz ve herkese açıktır. Zamanında gelinmesi rica olunur. Film başladıktan sonra salona kimse alınmayacaktır.
GazeteDuvar.'da yer alan; yönetmen Ayşe Toprak ile, kendisinin ilk uzun metrajlı belgeseli olan Mr Gay Syria hakkında yapılan röpörtaj'dan;
Belgeselin konusu, işledikleri ve olay örgüsü hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Öncelikle bu bir belgesel, film değil. İki ana karakter var belgeselde. İlk olarak Mahmut; Suriye’nin ilk LGBTİ örgütünün başını çeken kişilerden biri. O, 2011 senesinde Türkiye’ye kaçıyor ve şuanda Almanya’da bir STK’da yeni gelen LGBTİ mültecilerin haklarını korumak üzere çalışmalar çalışmalar yapıyor. Ama kendisi de mülteci statüsünde Almanya’da.
İkinci karakter ise Hüseyin. Hüseyin 23 yaşında bir berber, biraz iki arada bir derede kalmış bir karakter çünkü ailesi tarafından zorla evlendirilmiş, bu nedenle iki ayrı hayat yaşıyor ve bu ikisi arasında gidip geliyor. Esasında bu ikisini bir araya getiriyor, Mr Gay World yarışması ile. Mahmut için bir başkaldırış, Hüseyin içinse hem kendi kimliğiyle barışma hem de aynı zamanda Avrupa’ya bir kaçış çünkü herkes gibi o da Avrupa’ya gitmek istiyor. Çünkü yarışma Malta’da oluyor ve eğer Mr Gay Syria seçilirse Avrupa’ya bir şekilde gidebilir.
Yani hikaye aslında bu güzellik yarışmasını alarak hem mülteci krizine bakıyor hem insanların kimlikleri ve aidiyetleri üzerine bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Projeye destek olmak ve daha fazla bilgi almak için destek sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Gaziantep Üniversitesi'nden yazılı izin alıp gösterim için bekleyen Listag Film / "Benim Çocuğum" ekibi, gösterime 2 gün kala homofobik bir kararla karşı karşıya kaldı.
Üniversite yönetimi, gerekçe olarak; içeriği beğenmediklerini beyan ederek, homofobik bir tavır sergiledi.
Bunun üzerine gösterimin "ESP İl Binası'nda yapılması kararlaştırıldı.
*****Adres Tarifi: ''Esp İl Binası'' Gaziantep Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi(Diş Hastanesi) yanı, tramvay bakım istasyonuna dönerken, hemen köşedeki eski Gözükızıl tesislerinde yapacağız. Bilgi için: 0530 113 01 10
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde eşcinsellere yönelik uygulamalar bir belgeselle BBC’nin gündemine geliyor. 15 yıldır BBC
Türkçe servisinde çalışan yapımcı Emre Azizlerli’nin İngilizce
hazırladığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eşcinsellere yönelik
uygulamasını konu alan ‘The Pink Draft/Pembe Tezkere’ bugün BBC Dünya Servisi’nde, ardından BBC
Radio 4’un belgesel kuşağında yayımlanacak. Telefonla ulaştığımız
Azizlerli, Genelkurmay’ın, askerlik yapmak istemeyen eşcinsellerden
cinsel yönelimlerini ispat için kanıt fotoğraf istenmediği yönünde bir
açıklama yaptığını ama belgesel için görüştüğü kişilerin deneyimlerinden
bu uygulamanın halen devam ettiğinin görüldüğünü söyledi: “Bu tamamen
şansa, hangi hastanede, hangi doktora çattığınıza bağlı ama halen devam
ediyor. Pornografik çekimin de halen istendiğini söyleyen eşcinseller
var. Pornografik olmasa da kadın kıyafetleriyle resim istendiğini
söyleyen hatırı sayılır sayıda eşcinsel var.”
Program için Genelkurmay’a da başvurduklarını ama bu talebin
karşılanamayacağı yönünde bir açıklama yapıldığını söyleyen Azizlerli
“Askeri hastanelerle görüşmek istedim. Onlar da konuşamayacaklarını,
Genelkurmay’dan izin almaları gerektiğini söylediler” dedi.
Programda askeriyenin de bakış açısına yer vermek için emekli Tümgeneral
Armağan Kuloğlu’yla görüştüklerini söyleyen Azizlerli, Kuloğlu’nun da
Genelkurmay açıklamasını yinelediğini, eşcinsellerin orduda
istenmediğinin ama bunun söylenmediği sürece askerlik yapılabileceğinin
iddia edildiğini belirtti Azizlerli, “Psikolojik test uygulanıyor diyor.
Ama cinsel yönelimin ispatı yok modern psikiyatride. O psikolojik
testler bir anlamda bilimsel bir kisve diye düşünüyor benim konuştuğum
psikiyatristler. Çünkü cinsel yönelimi anlamanın bir yolu yok. Olmadığı
gibi etik de kabul edilmiyor böyle bir şey zaten” diye konuştu.
Haber Bağlantıları; http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1083010&CategoryID=79
PORTRELER
Jason’ın Portresi, Shirley Clarke’ın uzun metrajlı filmlerinden üçüncüsü
ve sonuncusu. Bu da diğer iki konulu filmi gibi yarı belgesel
üslubunda. Jason Holliday adlı siyah bir gey’in monologlarından
oluşuyor. Jason bir saatten daha fazla bir süre boyunca kendini
anlatıyor. Arada içkisinden bir yudum, puroya benzeyen iri esrarlı
sigarasından bir nefes alıyor ve anlatmayı sürdürüyor. Çocukluğunu,
fantezilerini, psikolojik sorunlarını, siyah bir gey olarak uğradığı
ırkçı ve homofobik baskıları ve aşağılanmaları, içki kaçakçılığı yapan
kumarbaz babasını hatırlıyor. Gece kulüplerinde Mae West taklidi yapmak
istediğini söylüyor…
Jason, Stonewall öncesi New York’da klozete saklanmadan, ama maskeler
takarak yaşıyor. Filmde konuştukça maskelerini de çıkarıyor, sonunda
ağlıyor. Kendileri kameranın görüş alanı, filmin çerçevesi dışında kalan
iki kişi (Shirley Clarke ve Afro-Amerikalı sevgilisi Carl Lee) onu
konuşmaya devam etmesi için teşvik ediyorlar: “hey Jason, şu gece kulübü
numaralarından birini göstersene”, “söyleyeceğin başka bir şey var
mı?”, “haydi anlat Jason” … Bu sesler, Jason’a talimat vermiyorlar, onu
manipüle etmiyorlar. Onu konuşmaya yüreklendiriyorlar. Bunu yaparken
aynı zamanda sinemada izleyiciyle kurulan yerleşik ilişkiyi bozuyorlar.
Psiko-dram olarak niteleyebileceğimiz film, Clarke’ın Chelsea Otel’deki
odasında bir gecede tek sistem kamerayla çekilmişti. Clarke, Warhol’ın
Chelsea Kızlarından çok etkilenmişti, filmi de Warhol’inkine bir cevap.
Warhol, Factory yıldızlarının gündelik hayatlarındaki ayrıntıları,
sırlarını, saplantılarını sinemaya taşımıştı. Onlar da tıpkı Jason gibi,
bazen çok yaklaşan, kimi zaman uzaklaşan kameraya kendilerini
anlatıyor, itiraflarda bulunuyorlardı.
Ingmar Bergman, “gördüğüm en etkileyici film” demiş Jason’ın Portresi için. Abartmamış, gerçekten öyle.
Türkiye medyasinda “tercih” olarak sunulmaktan ziyade cinsel bir nesne, ilginç bir yaratik hatta bir böcek gibi sunulan travesti ve transseksüelleri, yillardir süregelen bu tek tarafli söz sahibi olma ve haberlere yanit verme hakkindaki tartismalarina yer veriliyor.
Gazeteciler Tugrul Eryilmaz, Murat Çelikkan ve sosyolog Pinar Selek de bu tartismalarin içinde bulunuyor. Belgesel, bu tür tek tarafli yapilan, dolayisiyla ayrimciligi ve sömürüyü barindiran haberlere karsi bu haberleri tüketen okuyucu ya da izleyicide, bir tür süphecilik duygusu yaratmayi amaçliyor.
yapımcı/ yönetmen aykut atasay
yönetmen yardımcısı boysan yakar
katılımcılar
tuğrul eryılmaz
pınar selek
murat çelikkan
esmeray
demet
esin
özlem
ekim 2005