Tiyatro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bent d22
BENT
“Sizin ve benim yaşamamız gerekli değildir, ama Alman halkının yaşaması gereklidir. Ve Almanya sadece savaşırsa yaşayabilir, çünkü hayat savaşmak demektir. Ve sadece içindeki erkekliği korursa savaşabilir. Sadece disiplinli olursa erkekliğini koruyabilir, özellikle aşk konularında. Özgür aşk ve yozlaşma, disiplinsizdir. Bu yüzden, halkımızı incitecek her şeyi reddetiğimiz gibi sizi de reddediyoruz. Aklından eşcinsel düşünce geçen insan bile bizim düşmanımızdır.” Mayıs 14, 1928. Nazi Partisinin resmi açıklaması.

D22 kadrosu, Amerikalı yazar Martin Sherman’ın Bent adlı eserini sahnelemeye hazırlanıyor. 1976 yılında yazılan Bent, faşizmin insanlık dışı yaptırımlarını cinsel kimlik üzerinden tartışıyor. Max, Rudy ve Horst’un özgürlükleri mücadelesi, seyirciye dönemin şiddet dolu ortamına dair yeni bir bakış açısı sunuyor. 
12-19-26 Nisan 20:30 seanslarıyla D22'de.

Şair Ziya Paşa Yokuşu no:13/A
Galata Kuledibi Beyoğlu

İlgi Bağlantıları; http://tiyatrod22.com

"-Britney Spears mi o?-Hayır canım Orkide!.."

Yılbaşı gecesi, yolları kesişen trans kadın Orkide'yle, üniversite öğrencisi Kahraman....

Yazan: Kemal Hamamcıoğlu

Yöneten: İpek Bilgin

Dekor-Işık: Jesse Gagliardi-Simone Mannino

Teaser-Y.Yardımcısı: Olgu Baran Kubilay

Kostüm: Hakan Oktaş

Ses Tasarım: Özgür Kuşakoğlu

Fotoğraf: Tayfun Çetinkaya

Proje Ekibi: Erdeniz Kurucan, İlker Özer, Fulya Filazi, Okan Başar Bahar
Oyuncular: Enis Arıkan ve Güven Murat Akpınar
"Birini sevdiğin zaman şehrin nüfusu 1’e iner.”
Yılbaşı gecesi belki o kadar da güzel bir gece değildir… Çok mutlu görünen iki kişi, belki o kadar da mutlu değildir… İstanbul'da bir garaj… İki yabancı… Orkide ve Kahraman… Saatler saniye gibi geçiyor, hepimiz daha da yalnızlaşıyoruz… Ama en azından yılbaşı gecesi herkesin biraz mutlu olmaya hakkı var… 


Craft Teras: Mebusan Yokuşu No:15/6 Fındıklı-Beyoğlu
70 dakika sürer, ara yoktur.
Telefon: 02122492223-05452494967

İki yüz yıl sonra dünyada kalan son iki insan, iki  lezbiyendir ve artık herşey yasaklanmıştır.  İçki, sigara, et, parklar, ilişkiler ve siyaset... Sadece kapitalizm serbesttir. Seyirciler geleceğe giderken onlar geriye sarar ve zaman zaman bu güne dönerler.
Romen oyun yazarı Gianina Carbunariu' nun yazdığı bu   kara komedi,zamanda bir yolculuk yaparak tüketim toplumunun maceralarını ve sonunu, gerçekten  fantastiğe uzanan bir biçimde anlatıyor. Kara Kutu' nun genç, dinamik oyuncuları da, klasik tiyatro tarzının çok dışındadaki bu oyunu, farklı bir sahne atmosferi içinde yepyeni biçimlerle sahneliyor.
Yönetmen: Egemen Sancak
Oyuncular: Simge Ayvazoğlu, Selin Gören
Kara Kutu
Tünel,Asmalımescit,Ensiz sokak.no 4.Beyoğlu.




Perihan Mağden'in romanı Ali ile Ramazan'ın 90'lı yıllarda yaşadıklarını anlatan oyun, 28 Ekim'de garajistanbul'da sizlerle buluşacak.

Romanın baş kişileri Ali ve Ramazan'ın hikayesinin yanında günümüzde onların yaşadıklarının peşinden giden iki farklı hikaye de oyunun kurgusuna dahil ediliyor. Seyirciler bir yandan Ali ile Ramazan'ın 1990'ların zorlu günlerindeki hikayesini izlerken bir yandan da günümüzde yaşadıkları dünyanın, onları kabul etmesine uğraşan başka karakterlerin de hikayelerini ortak bir yapının içinde izleyecekler.

Ali ile Ramazan teatral olarak daha önce girilmemiş sularda hem Türkiye'de hem de başka ülkelerde yaşayan izleyicilere çarpıcı bir hikayeyi pek de alışık olmadıkları bir biçimde sunacak.

21 Ekim 2013 20:30 - 28 Ekim 2013 20:30


Perihan Mağden'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır.

Uyarlayan: Onur Karaoğlu, İbrahim Halaçoğlu

Yöneten: Onur Karaoğlu

Yapım: Studio 4 İstanbul

Oyuncular:

Fatih Gençkal

Nadir Sönmez

Gülen Karaman

İbrahim Halaçoğlu

Metin Göksel

Haber/İlgi Bağlantıları; http://garajistanbul.org/events/aliileramazan/

Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği'nin yayımladığı "80'lerde Lubunya Olmak" kitabından uyarlama oyun AltFest'13 kapsamında 10-11-12 Ekim 2013 ve 19-26 Ekim 2013 tarihlerinde; 20:30'da.








''80'Lerde Lubunya Olmak '' Teaser

  Mekan Artı:

  • Üftade Sokak 31
  • 34377 Harbiye, Istanbul
Telefon(0212) 224 5756
E-postailetisim@mekanarti.com
İnternet Sitesihttp://mekanarti.com/

BENT

“Sizin ve benim yaşamamız gerekli değildir, ama Alman halkının yaşaması gereklidir. Ve Almanya sadece savaşırsa yaşayabilir, çünkü hayat savaşmak demektir. Ve sadece içindeki erkekliği korursa savaşabilir. Sadece disiplinli olursa erkekliğini koruyabilir, özellikle aşk konularında. Özgür aşk ve yozlaşma, disiplinsizdir. Bu yüzden, halkımızı incitecek her şeyi reddetiğimiz gibi sizi de reddediyoruz. Aklından eşcinsel düşünce geçen insan bile bizim düşmanımızdır.” Mayıs 14, 1928. Nazi Partisinin resmi açıklaması.

D22 kadrosu, Amerikalı yazar Martin Sherman’ın Bent adlı eserini sahnelemeye hazırlanıyor. 1976 yılında yazılan Bent, faşizmin insanlık dışı yaptırımlarını cinsel kimlik üzerinden tartışıyor. Max, Rudy ve Horst’un özgürlükleri mücadelesi, seyirciye dönemin şiddet dolu ortamına dair yeni bir bakış açısı sunuyor.

(Subay Rudy’nin göğsüne vurur. Rudy çığlık atar)
Subay: Arkadaşın mı?
Max: Hayır.
(Sessizlik)
Subay: Vur ona. (Max Subay’a bakar.) Böyle. (Rudy’nin göğsüne vurur. Rudy çığlık atar)
Subat: Vur ona. (Max kımıldamaz.) Arkadaşın mı?
Max: Hayır. (Gözlerini kapar. Rudy’nin göğsüne vurur. Rudy çığlık atar.)
Subay: Gözlerini aç. (Max gözlerini açar.) Tekrar. (Max Rudy’nin göğsüne vurur.) Tekrar! (Max Rudy’nin göğsüne vurur, ve tekrar ve tekrar...) Yeter. (Rudy’yi yere, Max’in ayakları dibine iter.) Arkadaşın mı? Max: Hayır.
Subay: (Gülümser.) Hayır.
http://tiyatrod22.com/images/bg/05.jpg

D22 Tiyatro Grubu, ilk oyunları Bent’in prömiyerini 1 Mart’ta gerçekleştirdi. Yönetmenliğini Meltem Cumbul’un yaptığı oyun, Nisan ayında da Hamursuz Fırın’da oynanacak.



97'de filmi yapılan Bent'de Clive Owen ve Mick Jagger başroldeydi.

Film'den;

 


Haber/İlgi Bağlantıları;  http://tiyatrod22.com/#fourth
http://www.biletix.com/etkinlik/PBN02/ISTANBUL/tr

Yazan: Philip Ridley
Çeviren: Seda Yıldız
Yöneten: Sami Berat Marçalı
Yönetmen Yardımcısı: Gözde Kocaoğlu
Proje Ekibi: İbrahim Çiçek, Erbil Çokeker, Gül Arıcı
Oynayanlar: İpek Bilgin, Barış Gönenen

En sevdiğin en tanıdığın mıdır? Bilmem. Ya bir gün ardında "eski ve kullanılmayan" sırlar bırakarak kaybolursa? Olabilir. İki yabancıyı ne birleştirir? Sevmenin veya yaşadığın "şey"in yasak olduğunu hissetmek mi? Sanmam.

Uğrak yeri; "mahalle baskısının" bireylerdeki psikolojik ve fizyolojik sonuçlarını sorguluyor. Bu baskıyı yaşatan bizler için, yaşayanların hayatına bir pencere açıyor.

Esmeray, Yırtık Bohça isimli oyununu Tiyatro Medresesi için sergileyecek.
 
Tiyatro Medresesi, İzmir’in Şirince köyünde kurulmuş, uluslararası bir araştırma, yaratım ve gösteri merkezidir. Tiyatro Medresesi sanatçıların, araştırmacıların, sanatseverlerin destekleriyle varlığını sürdürmeye çalışıyor.

TARİH: 28 MART PERŞEMBE 20:30
YER: İTÜ MAÇKA KAMPÜSÜ İŞLETME FAKÜLTESİ TİYATRO SALONU (Salona nasıl ulaşılır?)
Bilet Fiyatları Tam: 30TL, Öğrenci: 20TL
Detaylı bilgi ve rezervasyon için:
info@seyyarsahne.com  veya 0531 696 41 09


Haber Bağlantıları;Tamamı>> KaosGL

ABD'de tartışmalı bir eşcinsel evlilik davası hala sürmekte. California eyaletinde daha önce alınan evlilik hakkı 2008'deki referandumla geri alınmıştı. LGBT örgütlerinin açtıkları 9'uncu temyiz mahkemesinin, 1'e karşı 2 yargıcın oyuyla -anayasaya aykırı bularak-  aldığı kararla eşcinsel evliliğin önü tekrar açıldı. Yasağın destekçileriyse, 9'uncu temyiz mahkemesinin kararı için anayasa mahkemesine başvurdular. 

Bu gel-git, al-ver davaları, Milk'in senaristi Dustin Lace Black tarafından tiyatro oyunu için yazılan 8'le Brad Pitt, George Clooney, Kevin Bacon, Martin Sheen, Matthew Bomer gibi oyuncuları bir araya getirdi.  Youtube üzerinden de yayınlanan okuma tiyatrosu an itibariyle 501,843 kez izlenmiş durumda. 

 




Cem Özer ve Paşhan Yılmazel 'Oğluma Bir Haller Oldu'da aynı sahneyi paylaşıyor. Cem Özer, oğlu eşcinsel olan babayı; Yılmazel ise oğlunun aşık olduğu sevgilisini oynuyor. Biz de oyunun konusundan yola çıktık ve eşcinsellik üzerine sohbetimize başladık. Tabii ki aşık olma halini, Cem Özer'in biten evliliğini ve eşcinselliği konuştuk.............

- Oyununuzun konusunu dinleyelim mi?
Cem Özer: Amerika'da taşrada yaşayan bir baba var. Bu taşralı adamın karısı erkek kardeşiyle kaçıyor. Adam da dertleşmek üzere New York'a yerleşen oğlunu ziyaret ediyor. Bir de ne görsün, meğer oğlu eşcinselmiş. Bunu kabullenme aşamasında da oyun yol alıyor.

- Peki, Cem Özer'in başına böyle bir şey gelse ne yapar?
C. Özer: Psikiyatra giderim ama oğlum için değil, kendim için. Bu durumu nasıl taşıyacağım ya da nasıl davranacağım konusunda psikiyatra danışmayı tercih ederdim. Dünyaya ne kadar geniş bir perspektiften bakarsanız bakın sonuçta çok da doğal kabul edilebilecek bir durum değil, en azından benim için. Kaldı ki  insanları değiştirmeye çalışan biri değilim. Anlamaya çalışırım, o yüzden 'Ben ne yapabilirim' düşüncesinden yola çıkardım.

EŞCİNSELLİK BİR  HASTALIK DEĞİLDİR
- Ya bir gün sizin başınıza gelse, 'Eyvah tedavi olmalıyım mı' dersiniz? Hani geçen yıl Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf da eşcinselliğin hastalık olduğunu söylemişti ya...
C. Özer: Demem. Kimse demez ki. Ben, bunun hastalık olduğunu düşünenlerin hasta olduğunu düşünürüm. Kabul edersin, etmezsin ama bunu hastalık olarak nitelendirmek bence yanlış.

- Paşhan senin bunlara dair söylemek istediklerin var mı?
P. Yılmazel: Tamamen Cem Usta'ya katılıyorum.

- Bu oyun öncesinde eşcinselliğe bakışın nasıldı?
P. Yılmazel: Size nasıl bakıyorsam öyle bakıyordum. Özel bir saplantım yoktu. Herkesin kendi seçimidir ve kimseyi de yargılayamayız.

- Peki, çocuk sahibi olduğunda  kızın ya da oğlun eşcinsel olduğunu açıklasa ne yapardın?
P. Yılmazel: Usta buna çok güzel cevap verdi. Ben de bu durumla nasıl başa çıkabilirim diye psikoloğa giderdim. 

- Biz neden toplum olarak eşcinsellerden, eşcinsellikten bu kadar çok korkuyor ve onları yok saymaya çalışıyoruz?
C. Özer: Kendimizi muhafazakar bir toplum olarak tanımlıyoruz. Sadece eşcinsellikten değil, yeni, farklı olan her şeyden korkuyoruz. Bize benzemeyen her insan, bize benzemeyen her yaşam tarzından, her fikirden korkuyoruz. Muhafazakarlık da böyle bir şeydir zaten. Yeni ve farklı olan şeyleri kabullenmezseniz sıkıntı doğar ve hakikaten tek renkli, tek sesli, tek cümlesi olan topluluklar haline geliriz. Mesela bizde biri yeni bir şey yapmaya kalksa 'İcat çıkarma' denir.  'Eski köye yeni adet getirme; aynı tas aynı hamam; böyle gelmiş böyle gider'... Bunlar yeniliklerden korktuğumuzu ilan eden sözler.

- Hem muhafazakar ülkeyiz diyoruz ama bir yandan da tacizlerin, tecavüzlerin de sonu gelmiyor...
C. Özer: Normal cinselliği yasak, tu kaka haline getirirseniz kadın ve erkek eşcinselliği gizli gizli filizlenir. Çünkü libidonun harekete geçtiği dönemde bir erkekle bir kızın yan yana gelmesini yasaklar ama bir erkekle bir erkeğin ya da bir kızla bir kızın yan yana gelmesini serbest bırakırsanız o tarafa doğru da yönelme söz konusu olabilir.

- Batı'da olmayan ama bizde sıklıkla olan erkeklerin göbek atması, kol kola girmesi, sarılmaları ya da birbirlerini öpmeleri garip karşılanmaz...
C. Özer: Örneğin bizim oyunda, toplumsal ahlak olarak kendilerinin dışında başkalarını taciz etmeyen yegane iki tip adamın oğluyla sevgilisi. Adam da, kadın da, diğer karakterler de aslında bu duruma karşı çıkarken bir yandan kendileri de ahlaksızlık yaşıyorlar. Aslında onlar daha fena. Üstelik onlarınki değişebilir bir durum. Kadın adamın kardeşine kaçmış, eş onu tekrar kabul ediyor... Eşcinselliğe karşı çıkılıyor ama dediğiniz gibi çocuk tacizi, cinsel tacizler, tecavüzler almış başını gidiyor. Herkes önce kendine bakacak sonra karşısındakine.

- Genelde eşcinsel karakterler hep karikatürize edilir ve bunun da altında aslında alaya alma yatar.         Ne dersiniz?
C. Özer: Bu oyunda sadece eşcinsel karakterimiz karikatürize değil, baba da, anne de karikatürize.
P. Yılmazel: Bizim eşcinsel karakterimiz çok sevimli.
C. Özer: Bütün karakterlerimizde yapmaya çalıştığımız şey seyircinin sahneye çıkıp mıncırmak istemesini sağlamak oldu. Herkes karikatür. Komedi zaten karikatürdür. Haldun Taner, 'Mizah, sivilceyi büyüteçle çıban yaparak göstermektir' der. Amaç dikkat çekmek...

- Televizyon dizilerinde neden eşcinselleri ya da eşcinselliği anlatan hikayeler görmüyoruz sizce? Olanlar da kısa bir süre yayından kalktı, hatta Tuğrul Tülek 'Mükemmel Çift' dizisinde eşcinsel rolü oynadığı için TRT'de yaptığı programdan               men edildi...
C. Özer: Kabahat olarak görüldüğü için kabahatleri örtmeye çalışıyoruz. İnsanlar bunları ne kadar çok görürse o kadar çok mu özenilir zannediliyor acaba? On yedi yaşımdan beri etrafımdaki insanların yüzde sekseni eşcinseldi, pek de özenmedim. Bu içgüdüsel bir durum tedavisi de yok.

- Bir heteroseksüeli tedavi ederek eşcinsel yapmak nasıl mümkün değilse tersi de mümkün değildir...
C. Özer: Tabii. Bir yandan televizyonlarda en fazla reyting alanlardan biri de Huysuz Virjin'dir. Bu ülkenin en büyük starları Zeki Müren'i, Bülent Ersoy'u ne yapacağız? Travestilerle ilgili bir senaryo yazarken birkaçıyla görüşmüştüm. Bakınca kadın ama organları yerinde duruyor. Neden ameliyat olmadıklarını sordum. Aldığım cevap ilginçti. 'Ameliyat olursak iş bulamayız. O zaman adam kadına gider. Bizi böyle tercih ediyorlar' demişti. Yıllarca bu ülkede travestiler aşağılandı. Kimse kalkıp da para karşılığı o travestilerle birlikte olan adamları aşağılamadı.  ......


Tamamı-Kaynak Akşam

Sadri Alışık Tiyatrosu sezonu Necef Uğurlu'nun çevirisini yaptığı "Oğluma Bi Haller Oldu" adlı Oyunla açıyor.

Haber: Paşhan Bu Kez Eşcinsel Rolde
Cem Özer'in yönetip, oynadığı Oyunda Paşhan Yılmazel, Sevda Dalgıç, Erdem Sakalıbüyük ve Serhan Atakan rol alıyor. Provaları devam eden Oyunda, Paşhan Yılmazel'in bir eşcinseli oynayacağını söyleyen Cem Özer, "Oyuncu her rolü oynamalı. Ama ben yine de Paşhan'a takılmadan edemiyorum. Bu rol ona çok yakıştı" dedi. 1 Kasım Salı saat 20.30'da Kozyatağı Kültür Merkezi'nde perdelerini açacak Oyun, karısıyla kavga ettikten sonra evini terk eden adamın, okutmak için başka bir şehire gönderdiği oğlunun eşcinsel olduğunu öğrenmesiyle gelişen olaylar zincirini anlatıyor.
(TelevizyonGazetesi.com

"Baba, oğul ensestini yaşamış birinin yarı hayatı yarı da kurguladığı" tek kişilk performans "Ağustos'ta Karla Dans"ın hem yazarı hem de oyuncusu Kıraç Arascan Dönmez ile söyleştik.
İstanbul - BİA Haber Merkezi
02 Temmuz 2011, Cumartesi

Kıraç Arascan Dönmez'in "Ağustos'ta Karla Dans"'ı kendi ifadesiyle "Baba, oğul ensestini yaşamış birinin yarı hayatı yarı da kurguladığı" tek kişilk bir performans.

Performans kendini şu cümlelerle tanıtıyor:
"Genç şimdi 23 yaşındadır. Hayatında çoğu konuda kararsız olsa da cinsel tercihi konusunda kesin bir karar alabilmiş ve eşcinsel olduğunu kabul etmiştir. Yüzücü bir çocukla birlikte yaşamakta, bir yandan üniversite eğitimine devam etmekte diğer bir yandan ise şarkı söylemeye çalışmaktadır. Babası uzun süre cezaevinde olan genç, babasının tahliye oluşuyla uyuduğu uykudan uyanır ve yıllar önce yaşanmış bir olayın yeniden hesaplaşması içine girer. Babasına duyduğu aşk, nefret, sevgi, kıskançlık, hırs ve öfke bütün duyguları birbirine karışmış dengesi altüst olmuştur. Babasının aksi hareketleri ve biraraya gelip yüz yüze konuşmak için bir türlü ikna olmaması nedeniyle bir plan yapar ve çözümü babasını bir avuç uyku ilacıyla uyutmakta bulur. Şimdi hem yılları hem de kendini masaya yatıracak ve hastalıklı duygularını babası üzerinden tedaviye kalkışacaktır. "

Performansın hem yazarı hem de oyuncusu Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi 3.sınıf öğrencisi Kıraç Arascan Dönmez ile söyleştik.

Oyun fikri nasıl ortaya çıktı ?
Beş yıl önce bu oyunu yazma fikri doğdu. Bir hayalim vardı, sahnede bir yatak vardı ve yatakta yatan bir adam. Üstümde bir bornoz, onunla bir şeyler konuşuyordum ama adam hiç konuşmuyordu.
Ensestin merkezde olduğu bu oyunda o adamla bir hesaplaşma yaşıyordum. Bu konuyla ilgili daha fazla şey bilmem gerekiyordu. Bunu sadece benim ya da çevremde bir kısım insanın yaşadığını düşünürken, aslında bütün ülkenin yaşadığından çok haberim yoktu. Belki de çok gazete okuyamıyordum o yüzden.
Sürekli kadın ve trans cinayetlerinin yaşandığı bir ülkede nasıl cesaret ettin ?
Yaptığım performansta, ters odipal durum var, ve bu baba-oğul arasında yaşanıyor. Psikolojideki birçok şeyi alt üst eden bugüne kadar düşünülmüş ama birçok insanın cesaret edip iş olarak üstüne bir şey yapılmamış bir konu.
Oyun kafamda şekillenmeye başlayınca, biraz korkmaya başladım. Sürekli sen Türkiye'de  yaşıyorsun nasıl olacak diye kafamı kurcalamaya başladı.
Çevremdekilere biraz biraz anlatmaya başladığım zaman insanlar, "yok artık daha neler" demeye başladılar. Sonradan anlamaya başladım ki bunu diyenlerin aslında  başından bu tarz şeyler geçmiş ve bunu görmeye daha hazır değiller. Korku benimle değil kendileriyle alakalıydı. Bunu anlayınca tamam dedim; ben bunu yapacağım.
Sonuçta ben bu oyunu yapmak için beş yıl bekledim ve biliyorum ki hiçbir zaman doğru zaman olmayacaktı. Beş sene sonra da Türkiye hazır olmayacaktı böyle şeylere. O zaman hazır hale getirmeye çalışmak lazım.
Bedeli var mı?
Hali hazırda zaten ödüyorum bedelini. En kötü ihtimal biri kafama bir tuğla indirip öldürebilir. Ben sanatçıyım. Birileri de çıkıp "üstünde pembe bornozla babanla arandaki cinsel ilişkiyi anlatıyorsun, senin varlığın bile bizi rahatsız etti" deyip beni ortadan kaldırmak isteyebilir. Bu, an meselesi.
Ama ben bu oyun için beş yıl boyunca çalıştım, şan dersleri aldım. Ve belli bir kitleyle oyunu paylaşmış oldum. 10 yıl sonra da konuşulur mu bilmem ama öldürülürsem eğer şuna üzülürüm, yapmak istediğim başka işler vardı.
Oyun sonrası sohbetlerde ilk sorulan sorulardan birini soralım. Hikayenin ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?
Gerçekle hayali insan beyni ayırt edemiyor. Burada her şey birbirine girdi, şurası otobiyografik şurası kurgu diyemiyorum. Babamla cinsel birleşme dışında yaşanmaması gerekenler yaşandı. Bir baba oğul ilişkisi dışında var olan bütün ilişkiler mevcut ama biliyorum ki herkes ve herşey gibi olabiliriz ama bir baba-oğul gibi olamayız artık.
Hayatta mı? Oyundan haberi var mı?
Hayatta ve ayakta. Haberdar ama henüz izlemedi, cesaret edemiyor. Oyunda ne kadar yer aldığını bilmiyor. Oyunda benim babamla yaşadığım iletişimsizlik bire bir var. Bu da Türkiye'de birçok baba oğul arasında yaşanan iletişimsizlik.
Oyunda çıplaklık bir unsur, sonra gösterilen videonun son sahnesinde de bu var, neden?
Evet sondaki videonun son sahnesinde soyundum ve utanmadım.
Hans Peter Duerr "Çıplaklık ve Utanç, Uygarlaşma Sürecinin Miti" isimli kitabında utanma duygusunun sadece modern toplumlara ait olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre insanın edep yerlerini örtme duygusu insana ait bir duygudur. Modernlikle alâkalı değil. Eğer çıplaklık varsa bu da mutlaka estetize edilmiş bir çıplaklıktır.
Üstsüz güneşlenen kadının yatak odasında iç çamaşırıyla yakalandığı anki duygusu buna örnektir. Ya da bir gazetecinin 1930 yılında çıplaklar kampındaki insanlarla ilgili tanımından söz edebiliriz: 'Kamptaki insanların bedenleri özgür ama ruhları korseler içinde, hepsi de yukarıya göğe bakıyorlar, asla aşağıya bakmıyorlar' diyor.
Ben ikisini de yaşamadım. Üstümdeki battaniyeyi atmak ve bırakmak aslında kendimi atmak ve bırakmaktı çünkü. Geriye kalansa bir "ohh be" demekti, hem de "ahh" sesleri eşliğinde. Rahatladım!
Oyundan sonra insanlarla sohbet ediyorsun, nasıl tepkilerle karşılaşıyorsun?
Ben o anda da insanların karşısına "çırılçıplak" çıkıyorum. Her türlü şeyi söyleyebilirler. En çok "yaşadınız mı oynadınız mı" sorusu geliyor. Sonra sahneler üzerinden metin okuması yapılıyor. Oyunun hemen akabinde bunu yapmak çok daha iyi oluyor; çünkü o anda filtreden geçmeden o duygu yoğunluğu ile hissettiklerini sana söylüyor insanlar.
O sırada oynadığım rol üzerime de yapışsın istemiyorum ve "Kıraç" oluyorum, bunun bir oyun ve sahnedekinin de ben olmadığımı da göstermek istiyorum.
Oyunu üniversitede de oynamışsın, nasıl tepkiler aldın?
Yalnız oynamadım, aynı zamanda oyun bir tez konusu da oldu. Ben de önce okul ne der diye düşünmüştüm. Bilgi Üniversitesi'nde bir porno olayı yaşandı, ben de oyunu o esnada yazmaya başlamıştım. Ama o pornoyu izledim ve estetiğe dair bir şey bulamadım. Bense bu oyunda bir estetik oluşturuyorum.
Herkes oyunculuğumu eleştirebilir ama metinle ilgili bu anlamda bir eleştiri kabul etmiyorum. Çünkü Türkiye'de şu anda üzerinde hiç kimsenin cesaret edemediği bir konuyu işledim.
Okul yönetimi ve hocalarıma da "gelin oyunu izleyin" dedim. Geldiler izlediler ve çok beğendiler. Yani üniversite de bunu onayladı. Zaten oyunun başında hep hocalarıma teşekkür ederim.
Oyun kaç kere sergilendi, bundan sonraki program ne?

Şimdiye kadar okuldakiler dahil toplam beş kez sergilendi. Temmuz'da iki kez daha sergileyeceğim. Sonra gelecek sezon için tiyatro salonlarıyla bağlantılar kurmak istiyorum.
Bu tarz oyunların "alternatif işler" yapmayı göze alamayan yerlerde oynanamayacağını biliyorum. Ama ben şehir tiyatrolarında da oynamak istiyorum. Daha fazla insana ulaşmak istiyorum. Yoksa yarım kalacak. Tarihe de "o yaşta ve o zamanda böyle bir oyunun yapılması çok güçtü" diye geçmesini istiyorum.
Bu oyunu yaptın da ne oldu dersen, 1960'larda zihinlerini genişletmek isteyen Britanyalı Joey Mullen ve Amanda Feilding gibi aynanın karşısına geçip kafam matkapla bir delik açtım derim. (NV/ŞA)
Performansı 15 Temmuz 2011'de Şermola Performans'ta saat 20:30'da izlemek mümkün.
Bianet
Blogger tarafından desteklenmektedir.