Siyasi parti program ve tüzüklerinde homofobi [1]
Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği Ankara Şubesi (Ka-Der Ankara) yaklaşık 7 ay önce feminist aktivist ve akademisyenlerden oluşan bir İnceleme Komitesi’yle birlikte siyasi partilerin program ve tüzüklerini feminist perspektiften inceleme çalışmasına başladı. Bu çalışmanın yapılmasındaki temel amaç, mevcut eril siyasal yapılanmanın tanımlayıcı unsurlarından olan güç, şiddet ve ayrımcılık temelli pratiklerin, siyasi partilerin örgütlenme biçimlerini ve işleyişlerini anlamak açısından belirleyici olagelen belgelere nasıl eklemlendiğinin ve yine bu belgeler aracılığıyla yeniden üretilmelerinin altını çizmekti.
Ezgi Koçak/ Ka-Der Ankara
30/05/2011
Çalışma sonucunda siyasi partilerin dokümanlarında patriyarkanın içselleştirildiğini, “toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, şiddetin farklı biçimlerinin (fiziksel/yapısal), cinsiyet körlüğünün, kadınların aşağılanmasının ve “erkekçe” olmayan varoluş hallerinin -cinsiyet kimliklerinin- dışarılanması/aşağılanması/görmezden gelinmesi”[2] üzerinden söylemek mümkün. Tam da bu doğrultuda, nefret, heteroseksüel olmayanı dışlama/aşağılama/barındırmama üzerinden kendisini var kılan homofobiyi siyasi parti belgelerine referansla okumak, yeniden üretilen siyasetin patriyarkal yapısının altını çizmek ve homofobik duruşla "kadın düşmanlığı" ve/ya da anti-feminist, eşitsizlikçi söylem arasındaki iç içe geçişi anlamak için oldukça önemli.
İncelenen 14 partinin (AKP, BBP, BDP, CHP, DP, EDP, EMEP, HAS Parti, İP, LDP, MHP, ÖDP, TKP, Yeşiller Partisi) program ve tüzüklerinde farklı biçimlerde ve düzeylerde de olsa kimi zaman apaçık kimi zaman gizli homofobiyi görmek mümkün. Bu durum, incelenen partilerin pek çoğunda doğrudan eril değerlerle bezeli bir dilin egemen olmasının dışavurumu olarak nitelendirebileceğimiz “heteronormatif” -yani heteroseksüel değerlerin normal kabul edildiği- yapıya referansla açıklanabilir. Somutlamak gerekirse, belgelerde heteroseksüel değerlerin normal kabul edilmesi; heteroseksüellik dışında diğer iki cinsel yönelimi -eşcinsellik ve biseksüellik- tamamen göz ardı etmek; farklı kadınlık hallerini dışlamak/görmezden gelmek -yani “kadın”ı yalnızca biyolojik cinsiyeti üzerinden tanımlamak- ve “eşit olma” durumunu biyolojik iki cinsiyet olarak kadın ve erkeğin eşitliğine indirgemek üzerinden karşımıza çıkmaktadır.
Heteronormatif söylemleri, ağırlıklı olarak parti programlarındaki “Aile” başlığında heteroseksist aile kurumunun korunmasına yönelik ifadelerde görmek mümkün. Daha çok muhafazakâr (eğilimli) partilerin programlarında karşımıza çıkan ve patriyarkal bir yapı üzerinden okunabilecek olan “aile” kurumuna olan vurgu, birincil olarak eşcinsel birliktelikleri dışlarken, diğer taraftan kadının ev içinde yeniden üretim aracı olarak tanımlanmasına ve kadına yönelik geleneksel aile içi rollerin meşrulaştırılmasına dayanak sağlamaktadır. Bu tanımlama içerisinde kadın, “yeni nesiller yetiştirmede birincil etkin kişi” ve/ya da patriarkal değer ve sorumlulukları yeni nesillere taşıma görevinin atfedildiği bir cinsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanı sıra, siyasi parti belgelerinde “güçlü aile” başlığında “genel ahlâk kurallarına riayet edilmesi” vurgusu sık sık görülmektedir. Bu durum, bizi doğrudan LGBT bireylerin yok sayılmasının/aşağılanmasının/dışarılanmasının ve cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle eşcinsel, biseksüel ve trans bireylere yönelik nefret söylemlerinin ve cinayetlerinin kaynağını oluşturan genel ahlâk kurallarının tahkimine ve homofobinin meşrulaştırılmasına götürmektedir.
Tam da bu noktada DP ve BDP üzerine daha ayrıntılı konuşmakta fayda var. Bu iki parti, bir taraftan patriyarkal “aile” yapısının korunmasına vurgu yaparken diğer taraftan da cinsel yönelim ayrımcılığı meselesini programlarına koymaktadırlar. BDP’nin gerek programında gerek tüzüğünde feminist ilkelerin büyük bir kısmını görürken, patriarkal yapının izlerine de rastlamak mümkün. BDP, programında “kişinin cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanmasına ilişkin yasalarda var olan baskıcı ve ayrımcı hükümler kaldırılacak, buna dönük uygulamaların önüne geçilecektir.” derken, diğer taraftan da geleneksel aile yapısını “cinsler arası dayanışmanın bir zamanlar var olduğu” bir kurum olarak düşünmekte ve aile kurumunun geçirdiği değişimden rahatsız olduğunu dile getirmektedir (bkz. BDP Programı, “Aile ve Sosyal Hizmetler” başlığı).
BDP’ye benzer bir şekilde DP, programında “Türkiye’de yaşayan herkesin [...] cinsel yönelimine [...] bakılmaksızın eşit hak, özgürlük ve fırsatlara sahip olacağı bir düzeni meydana getirmeyi” taahhüt etmektedir. Diğer taraftan da, partiye üyeli kıstasları arasına “millî ve manevi değerlerimizi benimsemek” maddesini eklerken (Madde 4), parti üyelerinin diğer vatandaşlarla ilişkilenme biçimini “beşeri ilişkilerde ahlâk kurallarına dikkat etmek” (Madde 13) üzerinden kurmaktadır. Genel ve patriyarkal ahlâk kurallarını korurken cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını yapmamayı taahhüt etmek birbiriyle çelişen yaklaşımlardır.
DP ve BDP’nin yanı sıra her ne kadar birebir cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını engellemeye dair bir ifadeye yer vermemişse de ÖDP, “cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm”in hedeflendiğini dile getirmektedir. EDP tüzüğünde “cinsel yönelimleri […] bir zenginlik olarak” (Madde 1) gördüğünü belirtmektedir. Buradaki “zenginlik” vurgusu, bir yandan normun dışında olmaları nedeniyle dışarılanan varoluş hallerine tedbirli bir yaklaşımı, diğer yandan milliyetçi söylemler kapsamında farklı etnisiteleri olumsuzlamayı örten “zenginlik” vurgusunu çağrıştırırken, homofobiyle mücadele açısından oldukça yetersiz bir duruşa işaret etmektedir. Öte yandan, genel olarak partilerin resmî belgeleri söz konusu edildiğinde “hiç yoktan iyidir.” Son olarak Yeşiller Partisi toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir perspektiften yazılmış parti belgelerine sahiptir. Tüzükte cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ayrımcılığı yapan kişilerin partiye üye olamayacakları, bu durumu gizleyerek üye olsalar bile ihraç cezası talebiyle disiplin kuruluna verilecekleri söylenmektedir. Yine tüzükte, üyelik için cinsiyet, cinsel yönelim ayrımı gözetilmediği belirtilmiştir (Madde 5). “Çeşitliliğin Korunması,” “Demokratik, Barışçı ve Sivil Bir Topluma Doğru Anayasa” ve “Kadın” başlıkları altındaki bölümler kapsamında cinsiyetçilik reddedilmekte ve “cinsel farklılık ve çeşitlilik” tanınmaktadır.
Sonuç olarak, homofobiyle mücadeleyi “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmamak” üzerinden tek bir cümleye indirgemek, LGBT bireylerin hak mücadelesine eklemlenmekten uzak bir yerde durmaktadır. Homofobiyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğini bütün politikaların ana ekseni haline getirmek, geleneksel ahlak kurallarını sorgulamak, “aile nedir?” sorusuna yeni baştan yanıt vermek, şiddeti yapısal boyutuyla ele almak ve her türlü nefret, militarist ve milliyetçi söylemi reddetmek üzerinden gidebilecek kapsamlı bir feminist politikayla mümkündür. Dolayısıyla, siyasi partiler homofobiyle mücadelede sınıfta kalmışlardır.
Kaynak -Uçan Süpürge>>
[1] Yazıya son halini vermemde bana yorum ve önerileriyle destek veren Simten Coşar’a teşekkür ederim.
[2] Ka-Der Ankara, parti program ve tüzük inceleme raporunu kadın örgütleri, LGBT dernekleri ve program ve tüzükleri incelenen partilerin kadın kolları temsilcileriyle paylaşmak için 29 Mart 2011'de bir toplantı düzenledi. Bu maddeler, Simten Coşar'ın bu toplantı için hazırladığı sunumdan alınmıştır.
Ezgi Koçak/ Ka-Der Ankara
30/05/2011
Çalışma sonucunda siyasi partilerin dokümanlarında patriyarkanın içselleştirildiğini, “toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, şiddetin farklı biçimlerinin (fiziksel/yapısal), cinsiyet körlüğünün, kadınların aşağılanmasının ve “erkekçe” olmayan varoluş hallerinin -cinsiyet kimliklerinin- dışarılanması/aşağılanması/görmezden gelinmesi”[2] üzerinden söylemek mümkün. Tam da bu doğrultuda, nefret, heteroseksüel olmayanı dışlama/aşağılama/barındırmama üzerinden kendisini var kılan homofobiyi siyasi parti belgelerine referansla okumak, yeniden üretilen siyasetin patriyarkal yapısının altını çizmek ve homofobik duruşla "kadın düşmanlığı" ve/ya da anti-feminist, eşitsizlikçi söylem arasındaki iç içe geçişi anlamak için oldukça önemli.
İncelenen 14 partinin (AKP, BBP, BDP, CHP, DP, EDP, EMEP, HAS Parti, İP, LDP, MHP, ÖDP, TKP, Yeşiller Partisi) program ve tüzüklerinde farklı biçimlerde ve düzeylerde de olsa kimi zaman apaçık kimi zaman gizli homofobiyi görmek mümkün. Bu durum, incelenen partilerin pek çoğunda doğrudan eril değerlerle bezeli bir dilin egemen olmasının dışavurumu olarak nitelendirebileceğimiz “heteronormatif” -yani heteroseksüel değerlerin normal kabul edildiği- yapıya referansla açıklanabilir. Somutlamak gerekirse, belgelerde heteroseksüel değerlerin normal kabul edilmesi; heteroseksüellik dışında diğer iki cinsel yönelimi -eşcinsellik ve biseksüellik- tamamen göz ardı etmek; farklı kadınlık hallerini dışlamak/görmezden gelmek -yani “kadın”ı yalnızca biyolojik cinsiyeti üzerinden tanımlamak- ve “eşit olma” durumunu biyolojik iki cinsiyet olarak kadın ve erkeğin eşitliğine indirgemek üzerinden karşımıza çıkmaktadır.
Heteronormatif söylemleri, ağırlıklı olarak parti programlarındaki “Aile” başlığında heteroseksist aile kurumunun korunmasına yönelik ifadelerde görmek mümkün. Daha çok muhafazakâr (eğilimli) partilerin programlarında karşımıza çıkan ve patriyarkal bir yapı üzerinden okunabilecek olan “aile” kurumuna olan vurgu, birincil olarak eşcinsel birliktelikleri dışlarken, diğer taraftan kadının ev içinde yeniden üretim aracı olarak tanımlanmasına ve kadına yönelik geleneksel aile içi rollerin meşrulaştırılmasına dayanak sağlamaktadır. Bu tanımlama içerisinde kadın, “yeni nesiller yetiştirmede birincil etkin kişi” ve/ya da patriarkal değer ve sorumlulukları yeni nesillere taşıma görevinin atfedildiği bir cinsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanı sıra, siyasi parti belgelerinde “güçlü aile” başlığında “genel ahlâk kurallarına riayet edilmesi” vurgusu sık sık görülmektedir. Bu durum, bizi doğrudan LGBT bireylerin yok sayılmasının/aşağılanmasının/dışarılanmasının ve cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle eşcinsel, biseksüel ve trans bireylere yönelik nefret söylemlerinin ve cinayetlerinin kaynağını oluşturan genel ahlâk kurallarının tahkimine ve homofobinin meşrulaştırılmasına götürmektedir.
Tam da bu noktada DP ve BDP üzerine daha ayrıntılı konuşmakta fayda var. Bu iki parti, bir taraftan patriyarkal “aile” yapısının korunmasına vurgu yaparken diğer taraftan da cinsel yönelim ayrımcılığı meselesini programlarına koymaktadırlar. BDP’nin gerek programında gerek tüzüğünde feminist ilkelerin büyük bir kısmını görürken, patriarkal yapının izlerine de rastlamak mümkün. BDP, programında “kişinin cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanmasına ilişkin yasalarda var olan baskıcı ve ayrımcı hükümler kaldırılacak, buna dönük uygulamaların önüne geçilecektir.” derken, diğer taraftan da geleneksel aile yapısını “cinsler arası dayanışmanın bir zamanlar var olduğu” bir kurum olarak düşünmekte ve aile kurumunun geçirdiği değişimden rahatsız olduğunu dile getirmektedir (bkz. BDP Programı, “Aile ve Sosyal Hizmetler” başlığı).
BDP’ye benzer bir şekilde DP, programında “Türkiye’de yaşayan herkesin [...] cinsel yönelimine [...] bakılmaksızın eşit hak, özgürlük ve fırsatlara sahip olacağı bir düzeni meydana getirmeyi” taahhüt etmektedir. Diğer taraftan da, partiye üyeli kıstasları arasına “millî ve manevi değerlerimizi benimsemek” maddesini eklerken (Madde 4), parti üyelerinin diğer vatandaşlarla ilişkilenme biçimini “beşeri ilişkilerde ahlâk kurallarına dikkat etmek” (Madde 13) üzerinden kurmaktadır. Genel ve patriyarkal ahlâk kurallarını korurken cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını yapmamayı taahhüt etmek birbiriyle çelişen yaklaşımlardır.
DP ve BDP’nin yanı sıra her ne kadar birebir cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını engellemeye dair bir ifadeye yer vermemişse de ÖDP, “cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm”in hedeflendiğini dile getirmektedir. EDP tüzüğünde “cinsel yönelimleri […] bir zenginlik olarak” (Madde 1) gördüğünü belirtmektedir. Buradaki “zenginlik” vurgusu, bir yandan normun dışında olmaları nedeniyle dışarılanan varoluş hallerine tedbirli bir yaklaşımı, diğer yandan milliyetçi söylemler kapsamında farklı etnisiteleri olumsuzlamayı örten “zenginlik” vurgusunu çağrıştırırken, homofobiyle mücadele açısından oldukça yetersiz bir duruşa işaret etmektedir. Öte yandan, genel olarak partilerin resmî belgeleri söz konusu edildiğinde “hiç yoktan iyidir.” Son olarak Yeşiller Partisi toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir perspektiften yazılmış parti belgelerine sahiptir. Tüzükte cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ayrımcılığı yapan kişilerin partiye üye olamayacakları, bu durumu gizleyerek üye olsalar bile ihraç cezası talebiyle disiplin kuruluna verilecekleri söylenmektedir. Yine tüzükte, üyelik için cinsiyet, cinsel yönelim ayrımı gözetilmediği belirtilmiştir (Madde 5). “Çeşitliliğin Korunması,” “Demokratik, Barışçı ve Sivil Bir Topluma Doğru Anayasa” ve “Kadın” başlıkları altındaki bölümler kapsamında cinsiyetçilik reddedilmekte ve “cinsel farklılık ve çeşitlilik” tanınmaktadır.
Sonuç olarak, homofobiyle mücadeleyi “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmamak” üzerinden tek bir cümleye indirgemek, LGBT bireylerin hak mücadelesine eklemlenmekten uzak bir yerde durmaktadır. Homofobiyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğini bütün politikaların ana ekseni haline getirmek, geleneksel ahlak kurallarını sorgulamak, “aile nedir?” sorusuna yeni baştan yanıt vermek, şiddeti yapısal boyutuyla ele almak ve her türlü nefret, militarist ve milliyetçi söylemi reddetmek üzerinden gidebilecek kapsamlı bir feminist politikayla mümkündür. Dolayısıyla, siyasi partiler homofobiyle mücadelede sınıfta kalmışlardır.
Kaynak -Uçan Süpürge>>
[1] Yazıya son halini vermemde bana yorum ve önerileriyle destek veren Simten Coşar’a teşekkür ederim.
[2] Ka-Der Ankara, parti program ve tüzük inceleme raporunu kadın örgütleri, LGBT dernekleri ve program ve tüzükleri incelenen partilerin kadın kolları temsilcileriyle paylaşmak için 29 Mart 2011'de bir toplantı düzenledi. Bu maddeler, Simten Coşar'ın bu toplantı için hazırladığı sunumdan alınmıştır.