Merdivenlerden aşağı inerken ellerinizin ve ayaklarınızın üşüdüğünü algılamaya başlarsınız. Orada, tam kapının önünde duran bekleme oturaklarında sessiz bir bekleyişin içinde bulursunuz kendinizi. Zaman çok yavaş geçer. Hiç bitmeyecekmiş gibi…

Bir hastane kapısından girdiğimi düşünmek, yalnızca hormon kullanımına başlamak için terapi sürecine adım atmak amacıyla Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gitmeye karar verdiğim gün zor gelen bir eylem değildi. Sağlık sorunlarıyla uğraşan biri için, hastaneler her zaman bir sığınak yeridir. Dok torlardan medet umarsınız. ‘İyileşmek’ adına…

Kadın hastalıkları tabelalı odaların bırakın içine gir mek, önünden bile geçmek dayanılmaz bir sancıdır, çünkü oraya ait değilsinizdir. Hiç olmamışsınızdır.
Regl denen o sistem hatasının 5 ay süreli gecikme gösterdiği günlerden birinde Şişli’de bir kliniğe gitmiştik. Çift katlı otobüsle yaptığımız yolculuk boyunca, ağlamaktan gözlerimin altı torbalaşmıştı. Kimine göre alt tarafı bir hastane yolculuğu, işte ne kadar yorabilir ki insanı(!).
Öyle değildi. Benim için yaşadığım semtten oraya, Şişli’ye gitmek, o kliniğin kapısından içeri girmek…
Evet, burada durun! Daha doktorun odasına girmedik bile. Kayıt için bekleyen o iki kadına doğru yürüdük. O anlık yaptığımız tek eylem bu. İki kişiden biri illa ki hep bir diğerini seçmek zorun da bırakır sizi.
Kimlik istenilecek işte! Şimdi ağzını açtı, biliyorum, bunu isteyecek dersiniz. Ve o beklenmeyen an gelmiş çatmıştır.
Kimlik, kadına doğru uzatılır; o soğuk mermerden bozma zemine çarpar eliniz. Kadın hızlıca uzattığı eliyle sıkıca tuttuğunuz o kimlik kartını kapmaya çalışır.
İçinizden (Ne olur yapma! Şimdi bunu görecek ve orada yazan isimle sesleneceksin bana.) diye geçirirsiniz.
Ve öyle de olur.
Sinirinize hâkim olmaya çalışarak “Hayır benim adım o değil, bu!”dersiniz.
BU, BU, BU, BU…
Kadın hastalıkları tabelalı odaların bırakın içine girmek, önünden bile geçmek dayanılmaz bir sancıdır, çünkü oraya ait değilsinizdir. Hiç olmamışsınızdır.
***
Artık kapısının bir köşesinde kadın hastalıkları ya zan o odaya doğru yürüme zamanıdır. Merdiven lerden aşağı inerken ellerinizin ve ayaklarınızın üşüdüğünü algılamaya başlarsınız. Orada, tam kapının önünde duran bekleme oturaklarında sessiz bir bekleyişin içinde bulursunuz kendinizi. Zaman çok yavaş geçer. Hiç bitmeyecekmiş gibi…
Doktor beyaz önlüğünün her iki cebini de doldurduğu elleriyle koridorda belirir. Annemi tanıdığı için o poliklinikte bana ismimle seslenen tek kişi olma unvanını kazanır.
***
İşte artık o odanın içerisindeyim.
Annem o sistem hatasının gecikmiş olduğunu ve bunun sağlığıma zarar vereceğinden ötürü endişeli olduğunu söyler. Annem sürekli anlatır. Sürekli…
Ter dökmeye başladığımı hissederim. Gözlerim o garip şeye doğru kayar. Bacaklarımı iki yana doğru açmış orada oturduğumu hayal etmeye başlarım. Bunu doktora sürekli tekrarlarım “Beni sakın oraya oturtma. Kaçarım!”
Doktor “Bunu yapmayacağım. Ultrasonografici hazıyla muayene edeceğim” der. Annem endişeli bir şekilde gözlerime diker gözlerini. “Bunu da reddetmek istiyorum!” diyecekken, susarım.
“Ben regl olmak istemiyorum ki, neden zorla olmamı istiyorsunuz?”dediğimde, kadın bu duru mun sağlığımı ciddi derecede tehdit edeceğini söyler. Meme kanseri olmak isteyen biri için, bu oldukça komik bir durumdur.
Sonra kan ilaçları yazılır.
Evet, bunca işkence yalnızca bunun için çekilmiştir. Bir ay gibi bir süre sonra midemi bulandıran o durum gerçekleşir.
***
Bu hayatımdan kısa bir kesit aslında.
Hastanelerde bizler için, kayıt esnasında ve muayene sırasında yaşadıklarımız hep aynı travmadır. Soğuk algınlığı hastalığına yakalandığınızda sırtınızı açıkta bırakacak bantlama işlemini kullanırsınız. Doktor sanki ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyormuş gibi afallar. “Ben transeksüelim. Sen bunca yıllık doktorluk hayatında hiçbir transekseülle daha önce karşılaşmadın mı?” diye geçirirsiniz içinizden.
Yalnızca ağzını aç ve “aaaa…” de desen olmaz mı? dersiniz.


Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği…
Ah! Oraya gitmeye bir gün aniden karar verdim. Yıllarca, yok ben birinin karşısında oturup saatlerce onun sorularına cevap veremem dedikten sonra, kendimi iki dostumla polikliniğin kapısının önün- de heyecanla beklerken buldum.
İçeri girdik. Telefonla diğer dostlarımı da aradım. Dizlerim titriyordu. En çok niçin biliyor musunuz? Kimlikte yazan ismi söyleyecekler diye…
Kayıt için o iyi yürekli amcanın yanına gittik. Onu böyle tanımlıyorum, çünkü bu söylemi hak ediyordu. Kimlik kartında yazılı olan ismi bir kez söyledi ve ben “Hayır benim adım o değil, Emre” de- dim. Sonra “Peki Emre, şimdi bu kâğıdı alıp vezneye ödeme yapmaya gideceksin.” dedi. Bir de heyecanlı olduğumu sürekli tekrarladığım için, “Heyecanlanma, buna gerek yok. Bak göreceksin!” dedi. “Peki” dedim.
Tansiyonum düştüğü için kesme şeker yerine, tuzlu ayran almaya giden benimcanım dostum da yanımıza gelince Şahika Yüksel’in odasının bulunduğu Vedat abinin gülümseyen yüzüyle bizi karşıladığı, geniş bir bekleme yeriolan, o odaya girdik. Yani benim tabirimle küçük bir avluya…
Orada hep adımla çağrıldım. Bu çok güzeldi. Hastanenin veznesinde para ödemesi yaparken sürekli kimlik kartındaki ismi bana doğru yönelten kadın, poliklinik kapısının sağa doğru kıvrılan o kıs- mında kalmıştı.
Ve terapi başladı…
Oraya gitmeden önceki korkum, Berna Hanım’ın ve ondan önce benimle sohbet eden diğer doktorun bana kimlikteki isimle seslenecek olmalarıydı. Lakin ben bunun cevabını grup terapilerine başla- yan bir transerkek dostumdan almıştım.
“Hayır abi, orada adımızla sesleniyorlar…”
EMRE KORLU
LUBUNYA DERGİSİ 9.SAYI

Haber Bağlantıları;

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.