amnesty etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Barışçıl toplanma ve ifade özgürlüğü hakkı, uluslararası insan hakları hukuku ve Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmelerle koruma altına alınmıştır. Mayıs ayının başından itibaren 1 Mayıs gösterileri ile birlikte Türkiye yetkilileri Taksim Meydanı’nda ve civarında  barışçıl gösterilerin gerçekleşmesini engelledi.
Polisin protestocuları dağıtmak için biber gazı, tazyikli su ve ses bombası ile müdahale ettiği ve yüzlerce kişinin tutuklandığı 15 Haziran’dan bu yana, Türkiye yetkilileri Taksim Meydanı’nda ve civarında toplanmayı tolere etmeyeceğini defalarca belirtti. Pazartesi günü Taksim Meydanı’nda sadece durdukları için bile bazı sessiz protestocular gözaltına alındı.

Uluslararası Af Örgütü bu yaklaşımın doğrudan uluslararası standartların bir ihlali olduğuna inanmaktadır. 23 Haziran Pazar günü ve 30 Haziran Pazar günü bu yaklaşım Taksim Meydanı’nda gerçekleşecek olan Trans Onur Yürüyüşü ve LGBTI Onur Yürüyüşü ile ciddi bir sınav verecek.
Son birkaç yılda, iki yürüyüş de herhangi bir sorun, şiddet olayı yaşanmadan ya da yetkililer için endişe teşkil etmeden gerçekleşti. Bu etkinliklere katılımcıların sayısı giderek artmakta ve diğer ülkeler için de olumlu bir örnek oluşturmakta.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye yetkililerine, hem Trans Onur Yürüyüşü hem de LGBTI Onur Yürüyüşü toplanmalarının önceki yıllardaki gibi barışçıl ve müdahale olmadan gerçekleşmesi için çağrı yapmaktadır. Uluslararası Af Örgütü her iki yürüyüşü de gözlemleyecektir.



Haber/İlgi Bağlantıları; http://www.amnesty.org.tr/ai/node/2195/



Uluslararası Af Örgütü, şu anda eşcinsellik yüzünden cezaevinde olanların serbest bırakılması için çağrı yaparken karşılıklı rızaya dayalı eşcinsel ilişkileri suç sayan yasaların da Kamerun hükümeti tarafından yürürlükten kaldırılması gerektiğini dile getirdi.
Uluslararası Af Örgütü Afrika Direktörü Erwin van der Borght, “Gey, lezbiyen, biseksüel ya da transeksüel olarak bilinen ya da öyle algılanan bireylere karşı tutuklama, gözaltı, kovuşturma ve ayrımcılıkla zulmün diğer şekillerine artık bir son vermenin zamanı geldi” diye konuştu.
Mart 2011’den bu yana Kamerun’da 13 kişi eşcinsel faaliyetlerde bulundukları iddiası ile tutuklandı.
Çoğu, rızaya dayalı yasaklanmış faaliyetlere yönelik iddia edilen katılımları değil algılanan cinsel yönelimleri temel alınarak hedef alındı. Gerçekte hiçbir vakada polis ya da diğer görgü tanıkları iddia edilen eşcinsel faaliyetleri görmedi.
Jean-Claude Roger Mbede Nisan 2011’de eşcinsellik yüzünden üç yıl hapis cezası aldı. Temyiz mahkemesinin dün gerçekleşmesi gerekiyordu ama kendisi mahkemeye getirilmedi. Temyiz Mahkemesi’nin Mbede’nin geçici olarak serbest bırakılması başvurusunu onaylayıp onaylamayacağına karar vermesi beklenirken duruşma günü 19 Mart’a alındı. Duruşma zaten iki kere ertelenmişti. Diğer iki erkek Temmuz 2011’de beş yıl hapis cezası almıştı.
Erwin van der Borght, “Jean-Claude Mbede sadece algılanan cinsel yönelimi yüzünden tutulan bir düşünce mahkumudur. Kendisine yönelik bütün suçlamalar düşürülmeli ve Mbede derhal serbest bırakılmalı. Gerçek ya da algılanan cinsel yönelimleri ya da cinsiyet kimlikleri yüzünden tutulanlar da koşulsuz bir şekilde serbest bırakılmalı” açıklamasında bulundu.
Mbede 2 Mart 2011’de Savunma Bakanlığı (SED) üyeleri tarafından erkek bir arkadaşıyla buluşurken tutuklandı.
28 Nisan’da başkent Yaoundé’deki bir mahkeme (İlk Derece Mahkemesi) Mbede’yi eşcinsellik ve eşcinselliğe teşebbüsten, üç yıl hapse mahkum etti. Mbede, davalıların yasa uyarınca suçüstü yakalanmalarının gerektiğini fakat kendisi için bu durumun söz konusu olmadığına dayanarak karara itiraz etti. Kendisi şu anda Yaoundé’deki Kondengui merkez cezaevinde tutuluyor.
Son dönemde, Şubat 2012’de, Kamerun’un güneybatısındaki Ambam’da üç kadın eşcinsel cinsel ilişkide bulundukları şüphesiyle tutuklandı.
Eşcinsel ilişkide bulunduğunu inkar etmediği iddia edilen iki kadın eşcinsel faaliyetlerde bulunmakla suçlandı. İki kadın aynı zamanda, kocasının ilişkilerini yetkililere bildiren üçüncü kadının da adını lekelemekten suçlu bulundu. İkilinin geçici olarak serbest bırakılmasına karar verildi ve Ambam’daki mahkeme duruşma gününü 15 Mart 2012’ye aldı.
Mbede gibi kadınlar da suçüstü yakalanmamıştı ama üçüncü kişiler tarafından yapılan suçlamalar temel alınarak suçlanmıştı.
Gözaltındaki bütün bireyler, “aynı cinsiyete sahip kişilerle cinsel ilişkide bulunanlar altı aydan beş yıla hapis cezası ve 20.000 Frank CFA’dan 200.000 Frank CFA’ya (35 ila 350 Dolar arası) kadar para cezası alacaktır” diye belirten Kamerun Ceza Kanunu’nun 374a Bölümü uyarınca tutuluyor.
Erwin van der Borght, “Eşcinsel birlikteliği suç sayan yasalar bir yığın bölgesel ve uluslararası insan hakları yasasını ihlal etmektedir. Bu yasa bir korku iklimi oluşturdu ve polisin lezbiyen, gey, biseksüel ya da transeksüel olduğundan şüphelendiği bireyleri keyfi olarak gözaltına alıp hapse atmasına izin veriyor. Bu durumda da lezbiyen, gey, biseksüel ya da transeksüel bireyler, dokunulmazlık ile birlikte işkence ve diğer kötü muamelelere maruz kalıyor. Eşcinsellikle suçlanan bireylere yönelik zulüm ve kovuşturmalar başta HIV ve AIDS konusunda çalışanlar olmak üzere aralarında erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkeklerin de olduğu hassas gruplara ulaşma çabasında olan sağlık girişimlerine engel oluyor, onları yeraltına iterek bilgi ve hizmete ulaşmalarını zorlaştırıyor” açıklamasında bulundu.

Haber Bağlantıları; http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1879



GİRİŞ

“Anne, beni yani oğlunu ne kadar tanıyorsun? Benim
içimdekileri biliyor musun? Duygularımı, düşüncelerimi
anlayabilir misin? Ha? Söyle anne, benim çektiklerimi biliyor
musun? Oğlun ne acılar çekiyor, bunalımlara giriyor, bunları
fark ettin mi? Anlayabilir misin beni anne? Gerçekler farklı,
beni hiç tanımıyorsun. Gerçeği öğrenirsen kaldıramazsın, şoka
girersin, bunalım geçirirsin. Boşver anne, boşver (…)”

Aile grubundan bir anne, oğlunun cinsiyet kimliği konusunda açılmasının ne kadar zor olduğunu anlatıyor, Lambda İstanbul Aile
Grubu, 2010.1

“Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna
inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence.”

Aliye Kavaf, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, 2010 2

25 Haziran 2010 tarihinde, aralarında lezbiyen, gey, biseksüel ve trans (LGBT) bireylerin,
ailelerinin ve destekçilerinin de aralarında bulunduğu binlerce kişi, İstanbul’un merkezinde
lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kişilerin hakları için Türkiye’de şimdiye kadar görülmüş en
büyük dayanışma yürüyüşünü gerçekleştirdiler. 2010 yılında yapılan bu dayanışma gösterisi
ve 2011 yılı için planlanan benzer bir etkinlik, Türkiye’deki LGBT bireylerin devlet yetkilileri
tarafından maruz bırakıldıkları şiddet ve sistematik taciz uygulamalarının yaşandığı bir
ortamda gerçekleşiyor.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri altındaki yükümlülüklere
aykırı bir şekilde 3 ayrımcılık, yasalarda mevcudiyetini korurken, birçok yasa, hakimler ve
savcılar tarafından ayrımcı bir şekilde yorumlanmakta ya da uygulanmakta ve lezbiyen, gey,
biseksüel ve trans kişilerin eşitlik haklarını ihlal etmektedir.

En önemlisi, Türkiye Anayasası’nda ve ulusal mevzuatta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı
yasaklayan herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. 2002 yılından bu yana iktidarda olan
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin diğer ayrımcılık biçimleri ile mücadele ve temel
insan haklarının korunması yönünde attığı adımların tersine, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans
bireylerin hakları gözardı edilmeye devam edildi. Bu durum, devlet görevlilerinin homofobik
söylemleri ile daha da pekişti. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf 2010
yılında “Eşcinsellik bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir” demişti.4 Homofobik ve transfobik
yaklaşımlar medyada da oldukça yaygın. Birçok kişi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri
nedeniyle hem devlet hem de devlet dışı aktörler tarafından iş yerlerinde, sağlıkkurumlarında, eğitim ve barınma alanında ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
Bu durum, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kadın ve erkeklerin, korku, ayrımcılık ve
önyargılar nedeniyle cinsel yönelimlerini, işverenlerden, devlet görevlilerinden ve hatta
ailelerinden saklamak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Özellikle lezbiyen ve biseksüel
kadınlar, erkekler ile karşılaştırıldığında, nispeten daha düşük düzeyde ekonomik özerkliğe ve
aile içinde daha az özgürlüğe sahip olmaları nedeniyle daha farklı sorunlar yaşamakta ve
koruma mekanizmalarından daha sınırlı bir şekilde yararlanabilmektedirler. Yasa düzeyinde
kadın erkek eşitliği sağlanmış olmasına rağmen, uygulamada ciddi oranda eşitsizlik hüküm
sürmektedir. Kadınların maruz kaldığı bu çok yönlü ayrımcılık Türkiye’de lezbiyen ve
biseksüel kadınların çoğunlukla yok sayılmalarına neden olmaktadır. Gey ve biseksüel
erkekler cinsel yönelimlerini açıkça belirtmeleri durumunda şiddet ve ayrımcılık riski ile karşı
karşıya kalmakta ve dar erkeklik kalıplarını ihlal ettikleri yönünde bir algı oluşmaktadır.
Cinsiyet kimliklerini önyargılı topluluklardan saklayamayan ya da saklamak istemeyen birçok
trans kadın ve erkek, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimleri nedeniyle en ağır şiddet
biçimlerine ve hoşgörüsüzlüğe maruz kalmaktadırlar. Özellikle trans kadınlar istihdam
konusunda ciddi engellerle karşılaşmakta ve birçok durumda yasadışı seks içşiliği yapmak
zorunda kalmaktadırlar. Bu durum kendilerine yönelik önyargının bir kat daha artmasına
neden olmakta ve kolluk kuvvetleri tarafından uğradıkları tacize ek bir meşrulaştırma aracı
olarak kullanılmaktadır. Yetkililer tarafından büyük oranda gözardı edilen ancak en önemli
sorunlardan biri de saldırı ya da cinayet gibi nefret suçlarının oldukça yaygın olmasıdır.
Özellikle trans kadınlar nefret cinayetlerine maruz kalmaktadır.
Yetkililerin bu konudaki tavırlarına – en iyi haliyle lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin
haklarını görmezden gelmesi ve en kötü haliyle ayrımcılık uygulaması – ve medya ve toplum
içinde yaygın homofobi ve transfobi kültürünün varlığına rağmen, Türkiye’deki LGBT hakları
örgütleri tarafından önemli gelişmeler kaydedildi. Hoşgörüsüzlüğe karşı yaptıkları çalışmalar,
ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin tehdit edildiği bir ortam içinde gerçekleştirildi. Bu
duruma rağmen, sürekli eylemlilikleri sayesinde, insan hakları konusunda attıkları büyük
adımlar diğerlerinin izleyeceği bir örnek olarak önümüzde duruyor. LGBT örgütleri5 farklı
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklere yönelik hoşgörüsüzlük ile marjinalleşmiş kimliklere sahip
kişiler ve topluluklara yönelik resmi hoşgörüsüzlük arasındaki bağı teslim ederek, Türkiye’de
çok çeşitli insan hakları konularında çalışmalar yürüttü ve sivil toplum grupları ile ittifak
halinde çalıştı.
Uluslararası Af Örgütü ve Türkiye’deki işbirliği halinde çalıştığı dernekler, hükümetin, cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı gözardı ederek ayrımcılıkla mücadele
edilebileceği düşüncesini reddediyor. Uluslararası Af Örgütü, hükümeti, raporun
tavsiyelerinde belirtildiği gibi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık
biçimlerini yasaklamak için Anayasa’yı değiştirmeye ve kapsamlı bir ayrımcılıkla mücadele
yasası çıkarmaya çağırmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ve işbirliği halinde çalıştığı dernekler
ayrıca yetkilileri nefret suçlarını önlemek için acil adımlar atmaya ve daha önce nefret saikiyle
işlendiğinden şüphelenilen suçların etkin bir şekilde araştırılması için adımlar atmaya
çağırmaktadır.6 Aynı şekilde, Uluslararası Af Örgütü Türkiye yetkililerini, cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliği dahil olmak üzere herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın herkesin herkesin ifade ve
örgütlenme özgürlüğüne saygı duymaya ve korumaya çağırmaktadır.

Blogger tarafından desteklenmektedir.