Tempo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tempo 2007'den beri devam eden proje için röpörtaj yapmış.
“Sayfalarımı Sana Açtım”



Bir şizofren, seks işçisi ve lezbiyen. Üçü de karşımızda. “Sor bana istediklerini” diyorlar. Onlar birer canlı kitap. Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi ve Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın kurduğu Yaşayan Kütüphane’de önyargıları yıkmak için bulunuyorlar. Pek çok kişi tarafından ‘tabu’ olarak algılanan hayatlarını araladık, sarsıcı hikâyeleriyle tanıştık. Bu kitaplarda gizli saklı ya da kurgu yok. Her şey tamamen gerçek.

Bahar Dağlı / bdagli@doganburda.com
Fotoğraf: ALTAN AYKAN




YAŞAYAN KÜTÜPHANE NEDİR?
İlki 2007’de Barışarock Festivali’nde gerçekleşen Yaşayan Kütüphane, bir insan hakları projesi. Sadece etkinlikler kapsamında kuruluyor. Son olarak sekizinci kez bu yılın temmuz ayında düzenlenen kent festivali sun.day.sky’da iki günde 500’ün üzerinde okuma yapıldı. Toplumun ötekileştirdiği insanlara karşı önyargıları kırmak için okuyucularla buluşan kütüphanede dört ana kategori var: Etnik, sağlık, cinsel yönelim ve mesleki. Kitaplar, mutlaka sivil inisiyatif almış, bu alan üzerine çalışan gönüllü insanlardan oluşuyor. Önyargılar ise organizasyon yetkililerinin sosyal medya ve diğer network’lerde yaptığı titiz çalışmaya göre belirleniyor. Ayrıca okuyucuların doldurduğu değerlendirme formları da bir sonraki kütüphanenin konu başlıklarını oluşturmaya yardımcı oluyor. Okuma süresi yarım saat. Bir ‘Yaşayan Kütüphane’ kurmanın maliyeti 15 bin TL. Tüm maddi desteği sponsorlar sağlıyor. Bir sonrakinin ne zaman olacağı belli değil. Her an bir festivalde karşınıza çıkabilir. Detaylı bilgi için www.yasayankutuphane.net sitesini ziyaret edebilirsiniz.





Mine Yanat
Lezbiyen
Sabah 06:00 sularında askerden izne gelen genç erkek, İstiklâl Caddesi Yapı Kredi Bankası’nın önünden yukarı doğru yürüyor. Bardan çıkıp eve gitmek üzere aynı yolda yürüyen çifte gözü takılıyor. Dikkatle bakıyor. İkisi de kadın ve el ele tutuşuyor. Lezbiyen olduklarını anlıyor ve saldırıyor. Nöbetçi savcılığın yolunu tutan çift, saldırganı dava ediyor. Polis sessiz. Sonra ne kâğıt geliyor, ne de telefon. Olay, tarihe karışıyor. Mine Yanat, eliyle alnını işaret ediyor: “Adamın vurduğu yerdeki iz geçmedi. Görüyor musunuz?”

Kadın müdürün tacizi

Sadece bir saldırıyla kalsa iyi. 48 yaşında ve yaklaşık 20 yıldır eşcinsel haklarını savunuyor. LAMBDA’nın isim annesi. Eşcinsellikle ilgili neredeyse bir kitap kadar bilgiye sahip ve bu konuda etrafta en çok görünen isim. Zaten sosyal bir aktivist olduğu için Yaşayan Kütüphane’de okuyucularla buluşma fikri ona pek yabancı gelmemiş. Ancak “Yaşayan Kütüphane’de kitap olmak, eylem yapmaktan çok farklı” diyor ve bir anısını paylaşıyor: “Okuyucu olarak başörtülü bir kadın geldi. Karşıma beni düzeltecek bir erkek çıkmadığını, kendisinin beni doğru yola çıkaracağını söyledi.” Haliyle sinirlenmiş ve cevabı şu olmuş: “Senin de karşına seni düzeltecek bir kadın çıkmamış.” Hikâyesini dinledikten sonra böyle bir cevap vermesi normal geliyor. Bu yolda işini de kaybetmiş, ailesini de. Şu anda yatacak evi bile yok. Mecidiyeköy’de bir birahanenin üst katında kalıyor. Yarına Allah kerim. Esas işi, bilgisayar teknisyenliği. Hatta bu alanda Türkiye’deki ilk kadın. 10 yılı aşkın süredir mesleğini yapmıyor. Toplumdaki eşcinsel yaklaşımı şöyle özetliyor: “Erkekler gay’lerden nefret ediyor, kadınlar ise eğlenceli oldukları için seviyor. Ama onlar da lezbiyenlerden korkuyor, kendilerini taciz edeceğimizi düşünüyor.” Süreç her zaman böyle işlemiyor. Mesleğini bırakmasının sebebi, lezbiyen olduğunu öğrenen kadın müdürünün tacizi olmuş. “Bir yılbaşı gecesi beni evine çağırdı, gitmedim. Sonra üstüme çok iş yükleyerek, bezdirme politikası uyguladı. Yönetim Kurulu’na çıktım, durumu anlattım ve tazminatımı alarak işten ayrıldım.” Tacize uğrayan taraf, hep kendisi olmuş. Hatta bu zamana kadar platonik aşkı bile yok. İlkokuldaki ilk aşkı hariç. Gülerek anlatıyor: “Beşinci sınıftayım. Kız arkadaşıma âşık oldum. Yaramazlık da var. Bir kez tuvalette sıkıştırıp, öptüm. O da bana tokat attı.”

Liseye geçiyor. Yanında oturan sıra arkadaşıyla ciddi anlamda ilk ilişkisini yaşıyor. Sık sık onların evine gidiyor. Nasıl hissettiğini o gün de bugün de tarif etmek zor, ama yine de açıklamaya çalışıyor: “Çocukçaydı, saf, tertemiz. İlk dürtüler, arzular… Ne yapacağımı bilmeden içimden geldiği gibi hareket ediyordum. Sadece sevgimi verdim. Sahiplenmedim. Öyle bir his ki, bunu anlatamam, yaşamak gerekiyor. Sonra ikimiz de farklı üniversitelere gittik, yollarımız ayrıldı.”

“Ya gizli yap, ya da bırak!”

Yaşadığı şeyin bir ismi var mı acaba? Etrafında örnek alabileceği sadece transeksüeller var. Erkekler kadın oluyor, o da erkek mi olmak zorunda? Kendini erkek gibi hissetmiyor ve erkek olmak da istemiyor. Durumu ailesine açsa, olmaz. İç hesaplaşma, 20’li yaşlarına kadar devam ediyor. Bunalıma girmek yerine araştırmaya koyuluyor. Taksim’de bir gece kulübünde, nihayet onun gibi birilerine rastlıyor. Aynı zamanda yurt dışındaki lezbiyenlerle mektuplaşıyor. Hatta ABD’li bir arkadaşı vasıtasıyla Uluslararası Homoseksüeller Birliği’ne Türkiye’den üye olan ilk kişi oluyor. Basında eşcinsellerin haklarını savunmak için açtığı pankartları gören ailesi uyarıyor: “Bu işi ya gizli yap, ya da bırak!” Baskılar artıyor. Hangi işe girse, ya başka mazeretler göstererek ya da açık bir şekilde söyleyerek, işine son veriliyor. Teyzesinin kızlarına göre, o bir hasta; çünkü onlarla günlere gitmek ve bir kısmet bulup evlenmek istemiyor. Ne de olsa, onun dışında ailede aktivist kimse yok. Yedi göbek İstanbullu, ama söylediğine göre İstanbul’un kadınları sandığımızdan çok daha muhafazakâr. Erkek kardeşi ondan nefret ediyor. Dört yıl önce annesi hastalanınca, kapı dışarı ediyor, bir daha da aramıyor.

Belki de kurtuluş yolu bir erkekle beraber olmak, ama imkânsız. Bugüne dek hiç erkek arkadaşı olmamış, “Karşıma dünyanın en yakışıklı erkeğini getirin, çırılçıplak dursun. Hiçbir şey hissetmiyorum” diyor.

“Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz”

Lezbiyen olduğunu saklayabilir miydi? En azından yatacak bir evi ve hayatını kazanabileceği bir işi olurdu. Ama o konuşmasa, diğeri konuşmasa, kim konuşacak? Üstelik yıllardır verdiği haklı mücadelenin karşılığını aldığını da ekliyor: “Eskiye nazaran eşcinsellik konusunda daha bilinçliyiz. Artık iki genç kızı el ele gördüğümüzde sevgili olduklarını anlıyoruz.” Bundan 10 yıl önce durum aynı mıydı? Hayır.

1990’lı yıllarda iftira üzerine iki ay kaldığı hapishane günlerinden bahsediyor. Modacı Halil Kadirbeyoğlu’nun menajerliğini yaptığı sırada, kendisine çıkma teklif eden ama reddettiği kız tarafından iftiraya uğramış, zorla alıkoymakla suçlanmış. Kolunu incittiği için taktığı bandaj da kanıt yerine geçmiş. Bir gün yatıp çıkacağını zannettiği hapishanede, iki ay kalmış. Koğuşta lezbiyen olduğu öğrenilince, acı günler başlamış: “Zina suçundan tutuklu kadınlar üstüme saldırıyordu, taciz ediyorlardı. Lezbiyen ilişkinin nasıl bir şey olduğunu merak ediyorlardı.”

Artık yorgun. Bir zamanlar sabahlara kadar eğlendiği Taksim sokaklarını, gençlere devretmiş. Şu anda bir sevgilisi var mı? “Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz” diyor. Konu ABD’de eşcinsellere verilen evlilik yasasına geliyor. “Keşke bizim de böyle bir şansımız olsa...” diyor. Eğer evlenebilseydi, onca seneden sonra eline kalan devletten aldığı işsizlik maaşı ve bir birahanenin üst katı olmazdı, kim bilir?





“Sayfalarımı Sana Açtım” Tempo Tamamı>>


İki yıl önce eşcinsel olduğu ortaya çıkan ve bu nedenle maç yönetmesine izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ, ayakta kalma mücadelesinde. Dinçdağ, sahalara çıkamıyor. Radyoda yaptığı programa son verildi. İş bulamıyor. Yine de pes etmedi. Türkiye Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davayı AİHM’ye taşımanın hazırlıklarını yapıyor. Yedi ülkenin dışişleri bakanlarına, onların ülkesinde yaşamak ve maç yönetebilmek için mektup gönderen genç hakem, eşcinselliği deşifre olduğundan bu yana yaşadıklarını anlattı.
Eyüp Erdoğan
erdogan@doganburda.com
fotoğraf: Altan Aykan
“Basına konuşmaya karar verdiğim o gün, 32 yılımı mezara gömdüm. Hayatım, düzenim tamamen yok oldu. Dişimle, tırnağımla geldiğim yeri tek kalemde silmek zorunda kaldım. Hayata sıfırdan yeniden başlayacaktım, ama iki yıldır hâlâ sıfır noktasındayım.”
Bu sözler, 2009 yılında eşcinsel olduğu ortaya çıkan ve o tarihten bu yana maç yönetmesine izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’a ait.
Halil, iki yıl önce, Trabzon’da futbol hakemliği yapıyordu. Eşcinsel olduğunu çevresindeki hiç kimse bilmiyordu. Hayattaki en ciddi sorunlarından biri olan askerlik yapma zamanı, gelip kapıya dayandı. 2009 yılı şubat ayında askerlikten muaf olduğuna dair belge aldı. Bu belgeyi, askerlikle ilgili bir sorunu olmadığını göstermek için Trabzon İl Hakem Kurulu’na verdi. İki ay daha devam etti hakemliğe. Ardından İl Hakem Kurulu, kendisine askerliğe elverişli olmayanların hakemlik yapamayacağını ileterek, maçlarda görev almasına izin vermedi. Profesyonel maçları yönetmesi için girmesi gereken klasman hakemliği (profesyonel hakemlik) sınavına da alınmadı. Bu süreçte, klasman hakemliği için üst yaş sınırı olan 33 yaşını da doldurdu. Tek umudu Futbol Federasyonu’ydu. Buraya başvurursa haklarının geri verileceğini düşünüyordu. Öyle de yaptı. Ancak Federasyon’dan “Hakemlik yapamaz” yanıtı aldı. Tam da bu günlerde, Halil’in durumu basına sızdı. İddiasına göre, eşcinselliğini basına sızdıran federasyondu. Önce ‘eşcinsel hakem’ diye ismine yer verilmeden haberler yayımlandı hakkında. Ardından, Haber Türk gazetesinden Fatih Altaylı, köşe yazısında ad ve soyadının ilk harflerinin H.İ.D. olduğunu yazdı. Trabzon’da hakemlik yapan kaç H.İ.D. olabilirdi ki? Böylece kimliği deşifre oldu.
EZBER BOZMANIN BEDELİ


Sonunda savaşmaya karar verdi Halil ve hem televizyonlara hem de gazetelere, H.İ.D. olarak değil, Halil İbrahim Dinçdağ olarak röportajlar verdi. Yani, cesur bir çıkış yaparak ezber bozdu.
Ancak Halil’in hikâyesi zamanla unutuldu. Bir süre sonra gazete sayfalarında rastlamaz olduk kendisine. Onu en son, bir ay kadar önce, Sarıyer Adliyesi’nde Türkiye Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davanın duruşmasından çıkarken gördük. Ve yeniden hatırladık Halil diye bir adamın varlığını.
“Hayatında ne değişti?” diye sormak için buluştuğumuzda, iki Halil vardı karşımızda.
Biri bıkmış, pes etmiş bir adam. Temellerine dinamit yerleştirilmiş bir bina gibi olduğu yere çökmüş bir hali vardı ilk Halil’in. “Benim için artık her şey bitti. Etrafımda birçok insan vardı, şimdi yok. Eski arkadaşlarımın yarısı kayıp. İş bulamıyorum ve hayatımı idame ettiremiyorum. Bana hâlâ ailem bakıyor. Kendimi çırılçıplak hissediyorum. Tek başına bir ağaç gibiyim. Bir ormanda olmam gerekirken, yapayalnızım. Özel hayatım kalmadı. İnsanlar benimle arkadaşlık yapmaya çekiniyor. ‘Senin yanında görünürsem, yanlış anlaşılır’ diye düşünüyorlar. Çaresizim” diyor. Devam-Kaynak-Tempo Online
Blogger tarafından desteklenmektedir.