YAŞAYAN KÜTÜPHANE "Ötekiler"
Tempo 2007'den beri devam eden proje için röpörtaj yapmış.
Mine Yanat
Lezbiyen
Sabah 06:00 sularında askerden izne gelen genç erkek, İstiklâl Caddesi Yapı Kredi Bankası’nın önünden yukarı doğru yürüyor. Bardan çıkıp eve gitmek üzere aynı yolda yürüyen çifte gözü takılıyor. Dikkatle bakıyor. İkisi de kadın ve el ele tutuşuyor. Lezbiyen olduklarını anlıyor ve saldırıyor. Nöbetçi savcılığın yolunu tutan çift, saldırganı dava ediyor. Polis sessiz. Sonra ne kâğıt geliyor, ne de telefon. Olay, tarihe karışıyor. Mine Yanat, eliyle alnını işaret ediyor: “Adamın vurduğu yerdeki iz geçmedi. Görüyor musunuz?”
Kadın müdürün tacizi
Sadece bir saldırıyla kalsa iyi. 48 yaşında ve yaklaşık 20 yıldır eşcinsel haklarını savunuyor. LAMBDA’nın isim annesi. Eşcinsellikle ilgili neredeyse bir kitap kadar bilgiye sahip ve bu konuda etrafta en çok görünen isim. Zaten sosyal bir aktivist olduğu için Yaşayan Kütüphane’de okuyucularla buluşma fikri ona pek yabancı gelmemiş. Ancak “Yaşayan Kütüphane’de kitap olmak, eylem yapmaktan çok farklı” diyor ve bir anısını paylaşıyor: “Okuyucu olarak başörtülü bir kadın geldi. Karşıma beni düzeltecek bir erkek çıkmadığını, kendisinin beni doğru yola çıkaracağını söyledi.” Haliyle sinirlenmiş ve cevabı şu olmuş: “Senin de karşına seni düzeltecek bir kadın çıkmamış.” Hikâyesini dinledikten sonra böyle bir cevap vermesi normal geliyor. Bu yolda işini de kaybetmiş, ailesini de. Şu anda yatacak evi bile yok. Mecidiyeköy’de bir birahanenin üst katında kalıyor. Yarına Allah kerim. Esas işi, bilgisayar teknisyenliği. Hatta bu alanda Türkiye’deki ilk kadın. 10 yılı aşkın süredir mesleğini yapmıyor. Toplumdaki eşcinsel yaklaşımı şöyle özetliyor: “Erkekler gay’lerden nefret ediyor, kadınlar ise eğlenceli oldukları için seviyor. Ama onlar da lezbiyenlerden korkuyor, kendilerini taciz edeceğimizi düşünüyor.” Süreç her zaman böyle işlemiyor. Mesleğini bırakmasının sebebi, lezbiyen olduğunu öğrenen kadın müdürünün tacizi olmuş. “Bir yılbaşı gecesi beni evine çağırdı, gitmedim. Sonra üstüme çok iş yükleyerek, bezdirme politikası uyguladı. Yönetim Kurulu’na çıktım, durumu anlattım ve tazminatımı alarak işten ayrıldım.” Tacize uğrayan taraf, hep kendisi olmuş. Hatta bu zamana kadar platonik aşkı bile yok. İlkokuldaki ilk aşkı hariç. Gülerek anlatıyor: “Beşinci sınıftayım. Kız arkadaşıma âşık oldum. Yaramazlık da var. Bir kez tuvalette sıkıştırıp, öptüm. O da bana tokat attı.”
Liseye geçiyor. Yanında oturan sıra arkadaşıyla ciddi anlamda ilk ilişkisini yaşıyor. Sık sık onların evine gidiyor. Nasıl hissettiğini o gün de bugün de tarif etmek zor, ama yine de açıklamaya çalışıyor: “Çocukçaydı, saf, tertemiz. İlk dürtüler, arzular… Ne yapacağımı bilmeden içimden geldiği gibi hareket ediyordum. Sadece sevgimi verdim. Sahiplenmedim. Öyle bir his ki, bunu anlatamam, yaşamak gerekiyor. Sonra ikimiz de farklı üniversitelere gittik, yollarımız ayrıldı.”
“Ya gizli yap, ya da bırak!”
Yaşadığı şeyin bir ismi var mı acaba? Etrafında örnek alabileceği sadece transeksüeller var. Erkekler kadın oluyor, o da erkek mi olmak zorunda? Kendini erkek gibi hissetmiyor ve erkek olmak da istemiyor. Durumu ailesine açsa, olmaz. İç hesaplaşma, 20’li yaşlarına kadar devam ediyor. Bunalıma girmek yerine araştırmaya koyuluyor. Taksim’de bir gece kulübünde, nihayet onun gibi birilerine rastlıyor. Aynı zamanda yurt dışındaki lezbiyenlerle mektuplaşıyor. Hatta ABD’li bir arkadaşı vasıtasıyla Uluslararası Homoseksüeller Birliği’ne Türkiye’den üye olan ilk kişi oluyor. Basında eşcinsellerin haklarını savunmak için açtığı pankartları gören ailesi uyarıyor: “Bu işi ya gizli yap, ya da bırak!” Baskılar artıyor. Hangi işe girse, ya başka mazeretler göstererek ya da açık bir şekilde söyleyerek, işine son veriliyor. Teyzesinin kızlarına göre, o bir hasta; çünkü onlarla günlere gitmek ve bir kısmet bulup evlenmek istemiyor. Ne de olsa, onun dışında ailede aktivist kimse yok. Yedi göbek İstanbullu, ama söylediğine göre İstanbul’un kadınları sandığımızdan çok daha muhafazakâr. Erkek kardeşi ondan nefret ediyor. Dört yıl önce annesi hastalanınca, kapı dışarı ediyor, bir daha da aramıyor.
Belki de kurtuluş yolu bir erkekle beraber olmak, ama imkânsız. Bugüne dek hiç erkek arkadaşı olmamış, “Karşıma dünyanın en yakışıklı erkeğini getirin, çırılçıplak dursun. Hiçbir şey hissetmiyorum” diyor.
“Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz”
Lezbiyen olduğunu saklayabilir miydi? En azından yatacak bir evi ve hayatını kazanabileceği bir işi olurdu. Ama o konuşmasa, diğeri konuşmasa, kim konuşacak? Üstelik yıllardır verdiği haklı mücadelenin karşılığını aldığını da ekliyor: “Eskiye nazaran eşcinsellik konusunda daha bilinçliyiz. Artık iki genç kızı el ele gördüğümüzde sevgili olduklarını anlıyoruz.” Bundan 10 yıl önce durum aynı mıydı? Hayır.
1990’lı yıllarda iftira üzerine iki ay kaldığı hapishane günlerinden bahsediyor. Modacı Halil Kadirbeyoğlu’nun menajerliğini yaptığı sırada, kendisine çıkma teklif eden ama reddettiği kız tarafından iftiraya uğramış, zorla alıkoymakla suçlanmış. Kolunu incittiği için taktığı bandaj da kanıt yerine geçmiş. Bir gün yatıp çıkacağını zannettiği hapishanede, iki ay kalmış. Koğuşta lezbiyen olduğu öğrenilince, acı günler başlamış: “Zina suçundan tutuklu kadınlar üstüme saldırıyordu, taciz ediyorlardı. Lezbiyen ilişkinin nasıl bir şey olduğunu merak ediyorlardı.”
Artık yorgun. Bir zamanlar sabahlara kadar eğlendiği Taksim sokaklarını, gençlere devretmiş. Şu anda bir sevgilisi var mı? “Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz” diyor. Konu ABD’de eşcinsellere verilen evlilik yasasına geliyor. “Keşke bizim de böyle bir şansımız olsa...” diyor. Eğer evlenebilseydi, onca seneden sonra eline kalan devletten aldığı işsizlik maaşı ve bir birahanenin üst katı olmazdı, kim bilir?
“Sayfalarımı Sana Açtım” Tempo Tamamı>>
|
Mine Yanat
Lezbiyen
Sabah 06:00 sularında askerden izne gelen genç erkek, İstiklâl Caddesi Yapı Kredi Bankası’nın önünden yukarı doğru yürüyor. Bardan çıkıp eve gitmek üzere aynı yolda yürüyen çifte gözü takılıyor. Dikkatle bakıyor. İkisi de kadın ve el ele tutuşuyor. Lezbiyen olduklarını anlıyor ve saldırıyor. Nöbetçi savcılığın yolunu tutan çift, saldırganı dava ediyor. Polis sessiz. Sonra ne kâğıt geliyor, ne de telefon. Olay, tarihe karışıyor. Mine Yanat, eliyle alnını işaret ediyor: “Adamın vurduğu yerdeki iz geçmedi. Görüyor musunuz?”
Kadın müdürün tacizi
Sadece bir saldırıyla kalsa iyi. 48 yaşında ve yaklaşık 20 yıldır eşcinsel haklarını savunuyor. LAMBDA’nın isim annesi. Eşcinsellikle ilgili neredeyse bir kitap kadar bilgiye sahip ve bu konuda etrafta en çok görünen isim. Zaten sosyal bir aktivist olduğu için Yaşayan Kütüphane’de okuyucularla buluşma fikri ona pek yabancı gelmemiş. Ancak “Yaşayan Kütüphane’de kitap olmak, eylem yapmaktan çok farklı” diyor ve bir anısını paylaşıyor: “Okuyucu olarak başörtülü bir kadın geldi. Karşıma beni düzeltecek bir erkek çıkmadığını, kendisinin beni doğru yola çıkaracağını söyledi.” Haliyle sinirlenmiş ve cevabı şu olmuş: “Senin de karşına seni düzeltecek bir kadın çıkmamış.” Hikâyesini dinledikten sonra böyle bir cevap vermesi normal geliyor. Bu yolda işini de kaybetmiş, ailesini de. Şu anda yatacak evi bile yok. Mecidiyeköy’de bir birahanenin üst katında kalıyor. Yarına Allah kerim. Esas işi, bilgisayar teknisyenliği. Hatta bu alanda Türkiye’deki ilk kadın. 10 yılı aşkın süredir mesleğini yapmıyor. Toplumdaki eşcinsel yaklaşımı şöyle özetliyor: “Erkekler gay’lerden nefret ediyor, kadınlar ise eğlenceli oldukları için seviyor. Ama onlar da lezbiyenlerden korkuyor, kendilerini taciz edeceğimizi düşünüyor.” Süreç her zaman böyle işlemiyor. Mesleğini bırakmasının sebebi, lezbiyen olduğunu öğrenen kadın müdürünün tacizi olmuş. “Bir yılbaşı gecesi beni evine çağırdı, gitmedim. Sonra üstüme çok iş yükleyerek, bezdirme politikası uyguladı. Yönetim Kurulu’na çıktım, durumu anlattım ve tazminatımı alarak işten ayrıldım.” Tacize uğrayan taraf, hep kendisi olmuş. Hatta bu zamana kadar platonik aşkı bile yok. İlkokuldaki ilk aşkı hariç. Gülerek anlatıyor: “Beşinci sınıftayım. Kız arkadaşıma âşık oldum. Yaramazlık da var. Bir kez tuvalette sıkıştırıp, öptüm. O da bana tokat attı.”
Liseye geçiyor. Yanında oturan sıra arkadaşıyla ciddi anlamda ilk ilişkisini yaşıyor. Sık sık onların evine gidiyor. Nasıl hissettiğini o gün de bugün de tarif etmek zor, ama yine de açıklamaya çalışıyor: “Çocukçaydı, saf, tertemiz. İlk dürtüler, arzular… Ne yapacağımı bilmeden içimden geldiği gibi hareket ediyordum. Sadece sevgimi verdim. Sahiplenmedim. Öyle bir his ki, bunu anlatamam, yaşamak gerekiyor. Sonra ikimiz de farklı üniversitelere gittik, yollarımız ayrıldı.”
“Ya gizli yap, ya da bırak!”
Yaşadığı şeyin bir ismi var mı acaba? Etrafında örnek alabileceği sadece transeksüeller var. Erkekler kadın oluyor, o da erkek mi olmak zorunda? Kendini erkek gibi hissetmiyor ve erkek olmak da istemiyor. Durumu ailesine açsa, olmaz. İç hesaplaşma, 20’li yaşlarına kadar devam ediyor. Bunalıma girmek yerine araştırmaya koyuluyor. Taksim’de bir gece kulübünde, nihayet onun gibi birilerine rastlıyor. Aynı zamanda yurt dışındaki lezbiyenlerle mektuplaşıyor. Hatta ABD’li bir arkadaşı vasıtasıyla Uluslararası Homoseksüeller Birliği’ne Türkiye’den üye olan ilk kişi oluyor. Basında eşcinsellerin haklarını savunmak için açtığı pankartları gören ailesi uyarıyor: “Bu işi ya gizli yap, ya da bırak!” Baskılar artıyor. Hangi işe girse, ya başka mazeretler göstererek ya da açık bir şekilde söyleyerek, işine son veriliyor. Teyzesinin kızlarına göre, o bir hasta; çünkü onlarla günlere gitmek ve bir kısmet bulup evlenmek istemiyor. Ne de olsa, onun dışında ailede aktivist kimse yok. Yedi göbek İstanbullu, ama söylediğine göre İstanbul’un kadınları sandığımızdan çok daha muhafazakâr. Erkek kardeşi ondan nefret ediyor. Dört yıl önce annesi hastalanınca, kapı dışarı ediyor, bir daha da aramıyor.
Belki de kurtuluş yolu bir erkekle beraber olmak, ama imkânsız. Bugüne dek hiç erkek arkadaşı olmamış, “Karşıma dünyanın en yakışıklı erkeğini getirin, çırılçıplak dursun. Hiçbir şey hissetmiyorum” diyor.
“Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz”
Lezbiyen olduğunu saklayabilir miydi? En azından yatacak bir evi ve hayatını kazanabileceği bir işi olurdu. Ama o konuşmasa, diğeri konuşmasa, kim konuşacak? Üstelik yıllardır verdiği haklı mücadelenin karşılığını aldığını da ekliyor: “Eskiye nazaran eşcinsellik konusunda daha bilinçliyiz. Artık iki genç kızı el ele gördüğümüzde sevgili olduklarını anlıyoruz.” Bundan 10 yıl önce durum aynı mıydı? Hayır.
1990’lı yıllarda iftira üzerine iki ay kaldığı hapishane günlerinden bahsediyor. Modacı Halil Kadirbeyoğlu’nun menajerliğini yaptığı sırada, kendisine çıkma teklif eden ama reddettiği kız tarafından iftiraya uğramış, zorla alıkoymakla suçlanmış. Kolunu incittiği için taktığı bandaj da kanıt yerine geçmiş. Bir gün yatıp çıkacağını zannettiği hapishanede, iki ay kalmış. Koğuşta lezbiyen olduğu öğrenilince, acı günler başlamış: “Zina suçundan tutuklu kadınlar üstüme saldırıyordu, taciz ediyorlardı. Lezbiyen ilişkinin nasıl bir şey olduğunu merak ediyorlardı.”
Artık yorgun. Bir zamanlar sabahlara kadar eğlendiği Taksim sokaklarını, gençlere devretmiş. Şu anda bir sevgilisi var mı? “Kafa dinç olmazsa, sevgili de olmaz” diyor. Konu ABD’de eşcinsellere verilen evlilik yasasına geliyor. “Keşke bizim de böyle bir şansımız olsa...” diyor. Eğer evlenebilseydi, onca seneden sonra eline kalan devletten aldığı işsizlik maaşı ve bir birahanenin üst katı olmazdı, kim bilir?
“Sayfalarımı Sana Açtım” Tempo Tamamı>>