Nedim Gürsel, bir yol ve yolculuk kitabı hazırladı bu kez okurlarına. İznik'ten Harran'a, Assos'tan Tarsus'a uzanan Anadolu yolculuğunun izdüşümleri var "Derin Anadolu" adlı kitabında. Gürsel ile hem bu kitabı, hem de kahramanı "Nâzım'a aşık, asker kökenli bir eşcinsel" olan sıradaki romanını konuştuk.
GAZETE HABERTÜRK / ÜMRAN AVCI
Romanlarına alışık olduğumuz ve 40 yıldır Paris'te yaşayan yazar Nedim Gürsel, Anadolu topraklarını dolaşıp İznik'ten Harran'a, Assos'tan Tarsus'a uzanan yolculuğun izdüşümlerini aktardı "Derin Anadolu" kitabında. Bir yol ve yolculuk kitabı hazırladı bu kez okura. Yaptığımız söyleşide yolculuğu ve yolculuğun perde arkasını, yaşananları anlatan Nedim Gürsel, yazarlığı dervişlerin, keşişlerin inzivasına benzettiğini söyledi.
■ Üniversite ve doktorayı da ekleyince 40 yıldır Fransa'da yaşayan Nedim Gürsel'in Anadolu'yu gezme amacı neydi?
Görmezden geldiğimiz kültür unsurlarını öne çıkarma amacıyla yazıldı bu kitap. Anadolu'yu yakından tanıma, yeniden keşfetme ihtiyacı duydum. "Derin Anadolu" diye adlandırdığım coğrafyayı bütün kültürel zenginliğiyle, insanlarıyla, günlük hayatıyla, sorunlarıyla anlatmaktı. Bir de yayımcı arkadaşım Denis Guillaume "İncil'e ve Tevrat'a Göre Türkiye" diye bir kitap hazırlığı içindeydi. Oğlu Guillaume çok iyi bir fotoğrafçıdır. Onlarla birlikte bu yolculuğa karar verdik. Yolculuk 2008 Haziran ve Temmuz'unda gerçekleşti.
■ "Bu toprakları yeterince tanımıyormuşum" duygusu oluştu mu?
Bir yanım Anadolu'da kalmış meğer. Çocukluğum Balıkesir'de geçti. Taşrada büyüdüm. Bazı sürprizlerle karşılaştım, şaşırdım. Örneğin çok gelişmiş Anadolu kentleri. Yollar eskisi kadar kötü değil, çok güzel yollar açılmış ama bir yandan da Anadolu hatta diyebilirim ki tüm Türk toplumu giderek daha muhafazakârlaşmış.
■ Nasıl bir fikir oluştu sizde bu geziyle?
Anadolu tarihini Malazgirt'le başlatmak gibi bir eğilim var. Devlet Bahçeli, Ani Harabeleri'ndeki kilisede toplu cuma namazı kıldı ve "Gerekirse bu toprakları yeniden fethedeceğiz" dedi. İşte ben bu kitabımda bunun tam tersini savunuyorum. Fetih söylemi AB'ye üye olmak isteyen bir ülke için şaşırtıcı bir söylem. Anadolu'yu fethettiğimiz kadar Anadolu da bizi fethetmiş.
■ Başka neler etkiledi sizi?
Anadolu'nun bu kadar zengin kültür mirasına sahip olduğu, hep söylenir fakat gösterilmezdi ya da ben göremezdim. Gördüm. Birçok tarihi eser ya British Museum'da ya Berlin Bergama Müzesi'nde ya da Louvre Müzesi'nde sergileniyor. Bir dönem bilinçsizlik yüzünden kültür mirasımız Batılılar tarafından yağmalanmış.
■ En son siyasi bir roman yazıyordunuz..
Roman bitti, çantada keklik. (Kahkaha). Romanın kahramanı sosyalist gerçekçiliğin bize dayattığı olumlu kahraman tipine inat, yüzde yüz olumsuz. Eşcinsel ve asker kökenli. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra 20. yüzyılla, kendiyle ve kendi siyasi hayatıyla hesaplaşıyor. Nâzım'a platonik aşk duyan ve yüz bulamayınca da onu Alman gizli servisine rapor eden eşcinsel bir roman kahramanı yaratmaya çalıştım. Romanı, okuması için Paris'te eski TKP'li bir arkadaşıma verdim. Şöyle dedi: "Allah'ın Kızları'nı yazdın, İslamcılar'ın elinden kurtuldun ama bu roman yüzünden komünistler seni vurabilir!" Göreceğiz... (Kahkaha)
"Yemekte içki içemezken bir kadın masanıza oturup 'Odanıza gelebilirim' diyor"
■ Perde arkasında neler yaşandı bu yolculuğun?
Birçok anekdot anlatabilirdim ama bunlar kitapta çokça yer almıyor. Önemli bir Anadolu kentinde lüks bir oteldeyiz. Akşam yemeğinde içki içemiyoruz ama orada bir genç kız pekâlâ masamıza gelip şu kadar para verirseniz odanıza gelebilirim diyebiliyor. Şimdi bu muhafazakârlığıyla bilinen bir kent. Hadi adını da vereyim Cumhurbaşkanımızın kenti (kahkaha atıyor). Böyle çelişkiler de olabiliyor. Bu bir gelişmişlik belirtisi değil bence muhafazakârlaşma. Anadolu kentlerinde buna karşılık ekonomik anlamda bir refah da görülüyor.
■ Şaşırdığınız şeyler oldu mu?
Bakın Niğde küçük bir Anadolu kenti. Türban tartışması tuhaf bir biçimde 13. yüzyılda yoktu. Alaaddin Camii'ne dikkatli bakarsanız saçı örgülü kadın figürleri görürsünüz. Başı açık. Tabii birtakım hoyrat eller o figürleri zedelemişler, gözlerini oymuşlar. O zaman camiye kafası açık kadın figürü yapılabiliyor, bugün tabii ki öyle bir şey olamıyor.
İşte ‘Derin Anadolu’nun rotası
■ Yolculuk nereden başladı ve nasıl sürdü?
İstanbul'dan yola çıktık, otomobil kiraladık. Ben 30 yıldır otomobil kullanmadığım için fotoğrafçı arkadaşım kullanıyordu. Birkaç tehlike de atlattık açıkçası. Örneğin İznik'te bir kamyonun altına gireyazdık. Yolculuğun ilk etabı İznik'ti. Oradan Assos, Bergama, Efes, iç tarafa yöneldik Sart, Alaşehir, Yalvaç, sonra İç Anadolu Konya, Kapadokya, sonra Toroslar'ı aştık Tarsus'a geldik. Oradan Çukurova, Antakya, Urfa ve Harran. Oradan Mardin ve doğuya doğru devam edecektik ki Doğan Kitap'tan bir telefon geldi. "Allah'ın Kızları romanı hakkında soruşturma açıldı. Savcıya ifade vermen için İstanbul'a dönmen gerekiyor. Yoksa yurtdışı yasağı konulacak" denildi onun üzerine ben de apar topar Harran'dan İstanbul'a dönmek durumunda kaldım.
'Tarihin katli iç yakıyor'
■ Tarihsel katliamlara tanıklık edip de içinizin yandığı oldu mu?
O da oldu. Kapadokya'da mağara içindeki fresklerin birçoğu felaket durumda. Yeterince restore edilmemiş. Mesela İznik'te Ayazma diye Bizans döneminden kalma önemli bir tarihsel sit var, umumi hela görünümündeydi.
■ Kitapta bölgelere göre yazarlara da göndermeler var..
Evet coğrafyayı anlatan bazı yazarlara göndermeler yaptım. Sabahattin Ali örneğin Şirince'yi çok güzel anlatır. Sonra Kuyucaklı Yusuf Edremit'te geçer. Yaşar Kemal'e varır Çukurova'da. Nâzım Hikmet ve Ahmet Haşim'e İznik Gölü'nde, Kapadokya'dayken de Bilge Karasu'ya bir gönderme yaptım. Bilge Karasu beni çok etkileyen "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı" adlı kitabında inanç ve baskı ikilemini anlatırken, Bizans dönemindeki ikon savaşlarını, ikonları savunanlarla, onlara karşı çıkanlar arasındaki savaşları anlatır. O Kapadokya kökenli bir tarihsel olaydır. Böyle bir bağlantı kurmaya çalıştım.
■ Yalnızlığı hatırlatır mı yolculuk ve yolculuk sırasında akıp giden yollar?
Ben genellikle yolculuğa yalnız çıkarım. Bu bir istisna oldu. Bende yalnızlık duygusu uyandıran aslında bazı manzaralardır, görüntülerdir. Anadolu'da da inziva olayı Hacıbektaş'tan, Mevlânâ'dan bu yana tasavvuftan bu yana var. Ama o bozkırda var. Zaten yazarlık inziva gerektiren bir eylem. Keşişlikle yazarlık arasında bir paralellik kurulabilir. Başka sanat dallarında bu yok. Kolektif çalışma gerektiren sanat dalları var. Sinema, tiyatro örneğin. Ama yazarlık sadece bir kişinin sözcüklerle kurduğu bir dünya. Ve orada yazar yalnız.
'KÖTÜ OLAN TÜKETİLMEK'
■ Sonrasında da ne kadar kalabalık ama değil mi?
Tabii kitap okurla buluşunca yazarın yalnızlığı bir çoğulluğa dönüşüyor. Yani eğer o kitap okunuyorsa büyük bir kalabalığa dönüşüyor. Ama hiç olmazsa bir kişi tarafından bile okunsa kitap, yine orada yazarın yalnızlığı kırılmış oluyor.
■ Yeterince okunmayınca ne hisseder yazar?
Okunmamak güvenini sorgulayabilir ya da direncini kamçılayabilir bir yazarın. Edebiyat ürünü de piyasa değerine göre, tüketime göre değerlendiriliyor. Edebiyat metni çok anlamlı bir metin. Tüketilmek sadece piyasa ekonomisinin getirdiği bir kavram. Yani yazar için herhangi bir ürün gibi tüketilmek kötü ama okunmak iyi.
Yorum Gönder